29 Ekim 2009 Perşembe

BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜNÜ

http://www.cerkes.net/


Göç mü, yoksa sürgün mü? Fethi GüngörGöç [ing. Migration]: Birey ve grupların ekonomik, sosyal, kültürel vb. nedenlerden dolayı bir yerden başka bir yere gitmeleridir. (Kızılçelik-Erjem, 1994: 185)Coğrafya başta olmak üzere, iktisat, sosyal psikoloji ve sosyoloji gibi göç olgusunu inceleyen disiplinler arasında konuya en geniş açıdan bakan bilim dalı sosyolojidir. ''Çünkü sosyolojik tahliller coğrafi değişmelerden ziyade sosyolojik boyut ve çerçevedeki değişmeleri dikkate alır. Örneğin, göçün ortaya çıkaracağı sosyal hareketlilik, göç sebepleri, uyum, göçe neden olan kararların oluşumu, göç sürecindeki ayıklama safhaları ve sonuçları ile göç edilen ülke ve göçe kaynak olan ülke halkları üzerindeki etkileri sosyolojinin ilgi alanı kapsamındadır." (Gezgin, 1994: 14)Göç türleri incelenirken ele alınan ‘mesafe’ kavramı genellikle kıta içi ve kıtalararası göçlerle ilgilidir. Bir ülkenin milli sınırları içerisindeki nüfus hareketlerine iç göç, nüfusun ülke sınırları dışına yönelik yer değiştirmesine ise dış göç denir. Mahiyetleri itibariyle bu tür göçlerde fiziksel mesafe kavramının hiç bir önemi yoktur (Gezgin, 22).Mecburi göçlerde (tehcir), göç kararı göç edenin iradesini dikkate almamaktadır. Zorunlu iskân politikaları yahut bir savaş veya doğal afet nedeniyle ortaya çıkan göçler mecburi göçlerdir. ''Göç edenin iradesine dayalı olmayan yer değiştirmeleri klasik anlamıyla göç saymama eğilimi de mevcuttur. Bu eğilimin nedeni ‘sürgün’ kavramının göç kavramından ayrı bir kriterle incelemeye tabi tutulması gereğine dikkat çekmek olmalıdır''. (Uysal, 1996: 141) Yukarıdaki tanımlardan açıkça anlaşılacağı üzere, Çerkeslerin Kafkasya'dan Anadolu'ya gelişi bir sürgün olup, bu kütlesel nüfus hareketinin göç olarak isimlendirilmesi doğru değildir.Çerkeslerin sürülme sebebiEkonomik, dini, siyasi ve kültürel sebepler yanında tarih boyunca en çok karşılaşılan sürgün sebebi savaşlar olmuştur. Kafkasya'dan Anadolu'ya kitleler halinde akan nüfus hareketinin de-siyasi ve dini boyutu da olmakla beraber en mühim sebebi iki asır devam eden Rus savaşlarının Çerkesler aleyhine mağlubiyetle sonuçlanmasıdır.Sürgün güzergahı1859-1864 yıllarında yurtlarından sürülen Çerkesler deniz yoluyla, Kafkasya'da, Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum vd. limanlardan bindirilip Osmanlı Devleti'nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indiriliyordu. 1865-1866 sürgünü ile Osmanlı-Rus harbinden sonraki 1878 tehciri kara yoluyla gerçekleştirildi. Doğu yolundan genellikle Çeçen, Dağıstan, Asetin, Kabardey muhacirleri göçürülmüştür. Daha sonraki tehcir de kara yoluyla yapılmıştır (Berzec, 1986: 114).Sürgün yolunda çekilen çileler Yolda telef olanların feci durumları Trabzon'daki Rus konsolosunun, tehcir işlerini idare etmekte olan General Katraçef'e yazdığı raporda şöyle anlatılır: ''Türkiye'ye gitmek üzere Batum'a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul'a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım." İşte bu suretle peş peşe sürüp gelen felaketlerin ve musibetlerin darbeleri altında inleyen ve eriyen bu kahraman ve faziletkar milletin bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere iskân edilmiştir (Berkok, 1958: 529).Çarın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya sakinlerine şu fermanı tebliğ etmişti: ''Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:" (Berkok, 526).işte bu yüzden, esaret ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik addeden Çerkesler, güzel vatanlarını terk etmeye mecbur kalmışlardır. Meşhur Rus şair Lermontof bu hakikati bir şiirinde şöyle dile getirir: ''Bu insanlar yurtlarını ve babalarının mezarlarını neden terk ediyorlar? Düşman kuvvetinin zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraberinde getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!" (Berkok, 524).Rus yönetimi, bölgenin yerli nüfustan arındırılarak boşaltılması hususunda zecri (zorlayıcı) tedbirler alma yanında bir takım kolaylıklar da sağlıyordu. Rus ordusundan ayrılıp gelen ve Osmanlı ordusunda görev alan General Musa Kunduk(ov) Paşa bakınız ne itiraflarda bulunuyor:''Çeçen reisleri uzun münakaşalardan sonra göçü kabul edip nasıl gerçekleşeceğini sordular. Ben de Gürcistan üzerinden kara yoluyla gideceğimizi ve Rus ordusunun da her türlü kolaylığı ve yardımı yapacağını söyledim... Rus Generali Loris'e gidip 50 bin dönüm kadar olan arazime mukabil 45 bin altın ruble istedim. Derhal ödedi. Fakir muhacirlere sarf etmek üzere ayrıca 10 bin altın ruble daha istedim. Bunu az bularak 20 bin ödedi... Bu şekilde 25 Mayıs 1865'te, aralarında ailem ve akrabalarımın da bulunduğu 3 bin Çeçen aile ile birlikte göç ettik. Geride kalanların tehciri görevini Çeçen mıntıkası naibi reis Sa'dullah'a tevdi etmiştik." (Kundukov, 1978: 67-70).Modern tarihin en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden biri olan Çerkes sürgünü (Henze, 1986: 247) esnasında deniz gibi kan akıtıldı. Gemiye binmek için aç bîilaç kıyıda yağmur çamur içinde, ölüm iniltileriyle bekleşenler, yanaşan gemiye üşüşüp taşıma kapasitesinin çok üzerinde biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek için çok yolcu alıyor, bu yüzden fazla yol almadan batan gemilere sık rastlanıyordu. 1864 Mayısında, Trabzon'daki Rus konsolosunun yazdığına göre 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı...1858-1865 yıllarında 493.124 insanın gittiği Trabzon'da bir tek adamın 3050 cariye birden aldığı oluyordu...' (Avksentev, 1984: 61-62).Üç milyon Kafkas insanını zorla yurdundan süren Rusya, bu mazlum ve mehcur (kendi kaderiyle baş başa bırakılmış, unutulmuş) millet üzerindeki siyasi emellerine son vermiş değildi.Rus Hükümeti adına General Fadol, Musa Kunduk ile Gazi Muhammed'e şu teklifi sunmuştu: 'Afganistan hududunda Çerkeslerden müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı Devleti'ndeki tüm Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak devletin Rusya'ya bağlı kalması şartıyla bütün masraflarının Rusya tarafından ödeneceğini garanti etmek.' Her ikisi de bu teklifi reddetmişti. Rusya bu proje ile Afganistan'ı işgal etmekte olan İngilizleri bertaraf etmeyi düşünüyordu. (Kundukov, 12) Göçürülen Çerkeslerin karşılaştığı dayanılmaz zorluklara şahit olan bazı Ruslar bile vicdan azabı duyuyordu. Musa Kunduk Paşanın hatıratına bir göz atalım:"... insanların perişanlığını hayretler içinde temaşa ettiğimi gören istasyon yetkilisi koşarak yanıma geldi ve gözleri yaşla dolarak dedi ki; 'Ekselans, dünyada bu acıklı manzarayı seyredip de kalbi burkulmayacak insan var mıdır? Allah'tan korkmak lazım. Bu topraklar onların yerleridir. Ne hakla onları bir bilinmezin içine sürüyoruz? Nereye gittiklerini sorduğumda, Osmanlı Devleti'ne diyorlar. Ama nasıl ve ne zaman? Onları neler bekliyor, belli değil. Bu konularda hiç bir bilgileri yok.' (Kundukov, 62-63).Tehcir sürecinde geri dönme eğilimi21 Mayıs 1864'te dört asırlık Rus -Kafkas savaşının batı kesimde de mağlubiyetle sonuçlanmasıyla başlayan büyük tehcir süreci uzun sürmemiştir. Osmanlı Devleti'nden dönüp gelen bazı insanların anlattıkları, Paç'e Beçmırza'nın şiirleri, açlık, hastalık ve ölüm haberleri getiren gözyaşı ve hasret dolu akraba mektupları özellikle Kabardey'den göçün devam etmesini engellemiştir. (Berzec, 134 )Hüseyin Paşa Osmanlı Devleti'nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek ‘önemle rica ediyorum, tehcir meselesinde acele etmeyelim’ demişti.Tehcir büyük bir hızla devam ederken, bir taraftan da geri dönme eğilimleri baş göstermişti. Türkiye'deki Rus Elçisi İgnatiev'in 21.02.1872 tarihinde Rus Dışişleri Bakanı'na yazdığı gizli bir yazıda, Türkiye'ye göçürülmüş 8500 Çerkes ailenin katlandıkları dayanılması zor-şartlardan şikayetle Kafkasya'ya geri dönmek istedikleri bildirilmiştir. (Berzec, 198)İskan edildikleri yerlere uyum sağlayamayıp geri dönmeye yeltenen muhacirlerin sayısı o kadar artmıştı ki, Osmanlı hükümeti tedbir alma ihtiyacı hissetmişti. 18 Kanun-ı sani 1789 tarihli emirname ile Çerkeslerin kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesi emredilmiş, bu hususta yabancı deniz nakliyat şirketlerine de gemileriyle tek bir Çerkes dahi taşımamaları’ resmi yazıyla bildirilmiştir. (BOA, Hariciye Nezareti , 122/64 )Bandırma civarındaki Yeni Sığırcı köyüne iskân edilen 300 aileden 150'si, oradaki hayata uyum sağlayamayıp anavatana dönmüştür.1911'de Hac dönüşünde Şam valisi ile görüşen Canıko Bako; on bin Çerkes o1duklarını, kendilerine hicret etmek istediklerini söyler, vali de memnuniyetle kabul eder. Canıko, Mehmet Hanaşe ile birlikte bir heyet halinde gelip daha önce iskân edilen köyleri gezer, perişan hallerine şahit olur. Kendilerinin iskân edilmesi için belirlenen Kerk tepelerini gezerler. Bu kayalıkları beğenmeyip Ağustos 1911'de deniz yoluyla İstanbul üzerinden geri dönerler, hiç kimse de hicret etmez. (Berzec, 130)İstanbul'daki Çerkes Teavün Cemiyeti sekreteri hukukçu Tsağo Nuri 1913'te anavatana dönerek Kabardey bölgesinde değişik okullarda Çerkes Dili okutmaya başlamıştı. (Berzeg, 1995: 247)1991'de kurulan Kafkas Halkları Konfederasyonu'nun (KHK) fahri başkanı Musa Şenıbe anlatıyor: "Annem anlatırdı; Dedem yolda (karşıdan gelen gemidekilerden) Türk'e gidenlerin hastalıktan kırıldığını öğrenince yanındakilerle birlikte denizin ortasından dönüp geri gelmiş.'' (Şenıbe, 1996). Osmanlı Devleti'nin tehcir ve iskân politikasıOsmanlı Devleti'nin Kafkasya ile ilk temaslarını kurduğu 17. Asırdan itibaren ferdi göçler başlamıştı. Büyük göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve bir kısmı vezirlik yapmış 300 paşa vardı. Osmanlı Devleti Kafkasya'yı hakimiyeti altına almak için bu üst düzey bürokratlardan yararlanmıştır. Musa Kunduk Paşa şöyle anlatır: "Sadrazam ile görüştükten sonra Berzec Hüseyin Paşanın yanına gittim. Wubıkh Ali Paşa da (Hafız Paşanın kardeşi) oradaydı. Bu iki zat Çerkes muhacirlerinin vaziyetini yakından takip ediyordu. Hüseyin Paşa Osmanlı Devleti'nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek 'önemle rica ediyorum, tehcir meselesinde acele etmeyelim' demişti.'' Hüseyin Berzec Paşa 1866'da idam edilmiştir (Berkok, 517)."Kuruluşundan beri iç problemlerini çözmede tehcir ve iskân metoduna sıkça başvuran Osmanlı Devleti, 9 Mayıs 1857'de tehcir kanununu çıkarmıştır. Bu arada Rus Çarıyla gizlice ittifak etmiştir... Göçenlerin mal, can ve hürriyetleri, sair tüm hakları sultanın garantisi altında idi. Her tür vergiden muaf olarak arazi verilmesi vaat edilmişti. Anadolu'ya yerleşenler 12 yıl askerlikten muaf tutulmuştu. 1860 yılında iskân-ı Muhacirin Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki Çerkeslerin göçürülmesi, Osmanlı Devleti'nce planlanmış, sonraları gelişen fiili durumdan çok daha önce programlanmış bir iştir.'' (Karpat'tan naklen Berzec, 47)Nefy ve iskân, yönetim politikalarından en barizleri olan Osmanlı Devleti (Barkan, 1949-50: 524 vd.) bu tehcir ile yüz yüze kalmış olduğu bir çok problemini halletmeyi de düşünmüştü. (Berzec, 120)Rusya'nın iskâna müdahalesiBinlerce yıllık öz yurdundan zulüm ve kanla sürdüğü milyonlarca insanı gittiği yerde de rahat bırakmayan Rusya, onların nerelerde iskân edileceğine de müdahale etmiştir. Rusya'nın 2 Mart 1878'de Osmanlı Devleti ile imzaladığı anlaşmada, Rus hududuna yakın yerlerde iskân edilen Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi hususu üzerinde durulmuştur (Berzec, 126). Nitekim öyle de yapılmış, 150.000 Çerkes bu sefer de Rumeli'den Anadolu'ya göçürülmüştür.Sürülen Çerkes sayısıBüyük tehcirle ilgili resmi istatistik bilgilerinin tamamına sahip değiliz. Ancak muttali olunabilen Rus, İngiliz, Fransız ve Osmanlı kayıtlarında 700 binden 2 milyona kadar değişen rakamlar mevcuttur. Osmanlıdaki nüfus hareketlerini inceleyen Obisni İrolitimo 1866'da muhacirlerin bir milyona ulaştığını belirtir (Nartların Sesi, 1980: 15).Ünlü tarihçi Kemal Karpat, 1859-1879 arasında göçürülen Kafkasyalıların, çoğu Çerkeslerden oluşmak üzere 2.000.000 civarında olduğunu, sağ salim Osmanlı Devleti'ne ulaşan muhacir sayısının ise 1.500.000 olduğunu belirtir (Karpat, 1995: 69). Kafkasya'nın hürriyet mücadelesi konusunda değerli bir eser yazmış olan Hızal da tehcirin 1.500.000 Kafkasyalının yurdundan sürülmesiyle sonuçlandığını belirtir (Hızal, 1961: 49).Ancak; Kafkasya'da yaşanan iç tehcirleri, Sibirya ve Orta Asya'ya sürülenleri, Balkanlardan Anadolu'ya, Bandırma civarından Güneydoğuya göçürülenleri, Yahudi -Arap savaşında Golan bölgesinin işgali üzerine Kunaytıra'dan sürülenleri de hesaba kattığımızda, kelimenin hakiki anlamıyla yurdundan sürülen Çerkes sayısı üç milyonu aşmaktadır.Çerkes Muhacereti (Diasporası)Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler, başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna'da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel kıyafetlerini ve dillerini muhafaza etmektedirler. Trablusgarp'a (Libya) bir defada 1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgesi ile sabittir. Irak, Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi Çerkes varlığına rastlanmaktadır. Mısır'da üç asırdan fazla hüküm süren Çerkes Memlükleri ise: ayrı bir araştırma konusudur.Sürgünün açtığı derin yaralar"Tehcir operasyonu, binlerce yıllık Kafkas tarihinin en mühim hadisesidir. Bu olay Kafkasyalıların sosyal yapısını, ekonomisini ve politikasını menfi yönde etkilemiştir."(Berzec, 129)Aynı kanaati paylaşan ve 1864 büyük sürgününün Çerkes toplum yapısında son derece büyük tahribatlara yol açtığını belirten din bilgini Meretowkoe Nuh, Çerkes Tarihi adlı eserinde, gerek 1864'te, gerekse daha sonra devam ederek 1878, 1888, 1890 ve nihayet 1900 yıllarında Osmanlı Devleti'ne vuku bulan göç hareketlerini tenkit etmekte ve vatanın toplu şekilde boşaltılmasının meşru bir gerekçesi olmadığı görüşünü savunmaktadır (Mertuki, 1912: 34, 61).Büyük Çerkes sürgününün Adıge toplumunun sosyal yapısını derinden etkileyen sonuçlarından biri de, çok sayıda Adıge insanının köle ve cariye olarak satılması olmuştur ki bu olgunun yansımalarını, Ahmet Midhat, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai, Mizancı Murat gibi kendisi veya annesi Çerkes olan bir çok Osmanlı aydının eserlerinde açıkça görmek mümkündür. (bkz. Parlatır, 1987: 31 vd.) Kaynakça-Avkscntcv, A., İslam na Sevemom Kavkaza, Stavropol, 1984.-Barkan, Ö. L., 'Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler', İ.Ü.İ.F. Mecmuası, c. 11, s.l-4, İstanbul 1949-50, s.524 vd.-Berkok, İ., Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958. -Berzec, N., Tehcîru'ş -Şerâkise, (Arapçaya çev. İsamu'1 -Hasen), Amman, 1 986.-Berzeg, S. E., Kafkas Diyasporasında Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü, Samsun 1995.-BOA, Hariciye Nezareti, c. 122, dosya no: 64. -Gezgin, M. F.,İşgücü Göçü ve Avusturya'daki Türk İşçileri, İ.U. Yayınları, İstanbul, 1 994. -Henze, P., 1986, s. 247'den nak. Edris Abzakh, ‘Circassian Home Page’, İntemet, (http.//www.geocities.com./CollegePark/234 1/). -Hızal, A. H., Kuzey Kafkasya Hürriyet ve İstiklâl Davası, Orkun Yayınları No: 4, Ankara 1961. -Karpat, K. H., Ottoman Population 1830-1914, Wisconsin, 1995.-Kızılçelik, S., Erjem, Y., Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Atilla Kitabevi, Ankara, 1994. -Kundukov, M., Anılar, çev. M. Yağan, İstanbul 1978.-Mertûkî, N., Nûru'l-Mekâbis fî Tevârîhi'l-Çerâkis, Kerimiyye Matbaası, Kazan, 1912.-Nartların Sesi Dergisi, Sayı. 16, Ankara, Şubat 1980,s.15.-Şenibe Musa ile Röportaj, Nalçik, 01.10.1996. -Parlatır, İ., Tanzimat Edebiyatında Kölelik, TTK Yayınları, Ankara, 1987 .-Uysal, H., İnsan ve Toplum Bilimleri Sözlüğü, Uysal Kitabevi, Konya, 1996.KAFKAS VAKFI BÜLTEN, OCAK 2002

24 Ekim 2009 Cumartesi

KAFKAS KIZLARINA İTHAFDIR

Unutma; Sen dağların çiçeği, sen Kafkas'ın gülüsün Sen zarafet timsali, cemiyetin süsüsün Sen soyumun namusu, her şeyisin, canısın Sen fazilet kaynağı bir milletin kızısın Evlendin. Yeni evinde kolay ve bal gibi bir hayat dilerim. Amaçsız çalışmak ve yılgınlık kolaydır. Arı gibi sistemli çalışmasını öğren. Genç sıcaklığın ve temiz yüreğinle evini ısıt ve aydınlat. Kızım, sen yabancı bir eve gittin. Her ocak kendi başına bir devlet gibidir. Orada her şey kendilerine göredir. Oradaki düzen ve kural onlarcadır. Kendi yasaları, kendi düzenleri vardır. Ancak gerçek şudur ki; oraya girdiğinde tüm kaprislerini dışarıda bırak ve onların sevdikleri alışkanlıklara saygılı ol. Oradaki körlere gözlüğünü tak, aralarında topal varsa değneklerini vermeyi unutma. Kızım sen, ataları bir zamanlar Kafkasya'nın Hazar sahillerinde yaşayan Albanların neslinden birinin evindesin. Orada tüm gözler senin üzerinde olacaktır. Sen benim özgürlük içinde büyüttüğüm varlığımsın. Onlar seni izleyerek benim değerimi biçecekler. Sen onları gerçek birer dost olarak gör, kocana bir asker gibi itaatkar ve gönülden bağlı bir eş ol. Ancak etrafına bakmayı unutma, gözleyenlerin az olmayacaktır. Kızım sen yabancı bir evdesin. Her ocak kendi başına bir devlet gibidir. Orada bir tek kural vardır, emirler onundur. O kural bizzat seçtiğin kocandır. Ona uysal davran, onun kusurlarını yumuşatmayı bil, hayat yolunda ona yüzünü buruşturma, her şeyin ek**sizini ve mükemmelini aramanın sonu olmadığını hatırla. Kızım sen kendilerine göre bir düzeni olan yabancı bir evdesin. Orada önce etrafına göz at, sabırlı ol ve nereye ayak basacağını iyi ayarla. Güneş gibi nurlu kelimeler vardır. Onları kullanmakta cömert davran. Şefkatli, güler yüzlü ve tatlı dilli ol. Pek sertçe kelimeleri düşünme, tartmadan kullanma. Sükutun altın olduğunu unutma. Elinde kalan miras ruhunla kültüründür. Bu öğütlerimi sakın unutma. Bunları kaybedersen işte sonun görünür. ALLAH seni bunları kaybetmekten korusun. AMİN

Abhazya hakkında bir mektup

BİSMİLLAH.selamın aleyküm sevgili kardeşlerimiz.abhazya ile ilgili yazınızı okudum ve dikkate alıp okurmusunuz bilmem ama yinede bişeyler yazmak isterim.inanamadığım şey şu.haçlı ordusu olan ve bizim din kardeşlerimiz olan acara bölgesinde insanları hatta köy köy toplayıp,derelere kafalarını sokarak zorla dinlerini değiştirten, ve en önemlisi abhazya'dan çeçenlere silah gidiyor diye rusyayı kışkırtıp acımasızca ambago koydurup abhazya yı tam 14 sene açlığa mahkum eden ve ezanların yasaklandığı bir gürcistan için gerçek dost demeniz bizi çok şaşırttı.önce şunu belirteyimki türkiyeden savaşa giden tüm abhazlar şehit basayev in safında silah tuttular. O ve adamları o kadar sevildiki çocuklar şamil adını almaya başladı.sandığınızın aksine ne türkiyeden nede başka bir ülkeden abhazya ya en ufak bir yardım(İHH dışında)kesinlikle yoktur.şamil e sorulmuştu:siz abhazyaya savaşa koştunuz,ama ordan bir yardım gelmiyor. oda şöyle demişti:onlar bizim kardeşimiz.şu an yine savaş olsun yarımız oraya gideriz. tabiki biz türkiyede yaşayanlar olarak ruslara yanaşmayı uygun bulmuyoruz.Abhaz bir bakan burdaki abhazlara şöyle dedi: biz sizin burda olmanıza sebep olan o rusları bile oturtup bişeylere zorlamaya başladık. Siz neden burda yeterince çabalamıyosunuz. siz abhazya ruslara bayılıyomu sanıyosunuz. orda ruslara nasıl hitap edildiğini ve onlara yememiz haram olan hayvan adıyla hitap edildiğini biliyomusunuz. eğer çok sevselerdi iki seçimdede rusların desteklediği aday,sırf ruslar destekledi diye oy alamadı. abhazya bu savaşlara acemi değil.büyük sürgünden buyana saymassak 30 yıl geçmemiştir ki abhazya özgürlük için savaşmış olmasın. Ayrıca burdaki abhazların tamamına yakını(bi kısım rusçu hariç.ki oda kadirovcu çeçenlerin binde biridir.)çeçenleri ama sitelerinde dergilerinde toplantılarında,hazırladıkları videolarla,özel gecelerle,maddi veya manevi en azından açık destek verirler.diğer kafkasyalılara göre çeçenlerikendilerine en yakın halk olarak hissederler.! aksine hiç bir çeçen sitesinde, dergisinde abhazlar hakkında ne haber nede yazı çıkar. Ama herkes bunu söylemeye utanır.ama inanın sizin gibi milyonlarla ifade edecek insanımız olsaydı tarihte olduğu gibi yine ruslarla savaşırdık.abhazların en ufak kötü ünü olmamıştır kafkas halklarına.bundan sonrada olmaz.bizde türkiye de ruslara yanaşmayı hazmedemiyoruz.ama peygamberimizde siyaseten kafirlerle anlaşma yapmış.bu anlaşmaları bilirsiniz.uzatmak istemiyorum.yinede şunu bilin tarihe bir göz atarsanız tıpkı ruslar gibi her fırsatta kafkasyayı arkadan vuran gürcistan asla güvenilmez ülkedir.sadece sizden korkup daha doğrusu rusyaya ve abhazyaya karşı koz olarak tutmak istiyor.şunu unutmayın o suçladığınız ülke ve halkının %80 i çeçenleri ve bağımsızlığı destekler.abhazyada defalarca yapılan ve 10 bin kişilik çeçenistana destek mitinglerini hatırlatmak isterim.ALLAH ABHAZYA YI VE ÇEÇENİSTANI ÖZGÜR VE MUTLU KILSIN.AMİN

DEĞERLİ DOSTLAR LÜTFEN OKUYUN

Değerli Dostlar,80'li Yılların ikinci yarısının henüz başında, Yıllık iş bağlantılarımızla ilgili anlaşmaları yapmak üzere, otomobille Avrupa seyahatı yaparken, değerli Abaza dostum ile yol boyunca SSCB'deki gelişmelerin Kafkasya'ya ve Türkiye'ye yansımalarını, doğabilecek fırsatları ve toplumumuzun muhtemel gelişmelere hazır olup olmadığını tartışıyorduk.Eski Yugoslavya'dan, Avusturya'ya geçmek üzere idik, birden duyduğum bir cümle ile çılgına dönmüş ve gayriihtiyari benden beklenmeyen, çok sert bir tepki vermiştim.Arkadaşım Asimilasyonu önleme çabalarını anlatırken; "Ben çocuklarıma önce Türk sora Abaza olduğunuzu unutmayın diyorum" demişti.Biraz sakinleştikten sonra, niye kızdığımı uzun uzun anlatmış, Arkadaşımı hem ikna etmiş hem de gönlünü almıştım. Sonraki yıllarda Arkadaşımda başlayan araştırma ve doğruları öğrenme merakı ve çalışmalarında bu olayın etkisini hep düşündüm.Sayın Ruhat Mengi'nin yazıları ile ilgili bir yorum yapmak istemiyorum.Beni rahatsız eden yazılara yapılan Çerkes yorumları;Hemen hepsi, önce Çerkes, sonra Türk olduğunu yazmış;İnsan önce insandır, sonra da insandır. Buraya kadar tamam, anlaşılmayan, anlaşılması mümkün olmayan ise, bir insan'ın kendisine hem Çerkes aynı zaman da Türk demesi.Türk; Orta Asya steplerinde kültürel gelişimini tamamlamış medeniyetler, devletler oluşturmuş, kuraklık sebebiyle Çoğunlukla batıya olmak üzere yer yüzünün muhtelif coğrafyalarına dağılmış, bazı gurupları hala orta Asyada yerleşik, bir "etnik gurubun" Dünyada ki tanındığı ismidir.Çerkes ise Kültürel gelişimini Kafkasyada tamamlamış, muhtelif uygarlıklar, Devlet yapıları oluşturmuş, (Kimmer'ler, Meot'lar, Sonradan Çerkes hakimiyetine geçen Bosfor, Abhaz Kırallığı vs) MÖ. 6500 yıllarından itibaren dışa göç vermeye başlamış ve farklı uygarlıkların oluşumuna katkılar sağlamış bir etnik oluşumun bu günkü Dünya da yaygın kullanılan adıdır.Gelelim, Çerkes nasıl Türk olura;Baskın Akültürasyon sonucu Asimilasyon tamamlanır, Çerkes artık Çerkes değildir asimile eden etnik kimliktendir yani Türktür, Araptır, Grektir, ama artık Çerkes değildir.Ne olduğuda kendini ilgilendirir.Bizim derdimiz bunlar değil, Nitekim Kafkasya'dada bu şekilde asimile olmuş Çerkes olmadığını kimsenin iddia edemeyeceği birçok aile var.(Avnis,Mole, Lazipa vs) "Aslen Çerkes Türk'üm" diyen dikkatinizi çekerim aslen Çerkes Türkiyeliyim /Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyenler değil. Birinciler asimilasyonlarının tamamlanmasında gönüllülük gösterselerde henüz asimile olmamışlar fakat asimilasyona karşı bir direniş te göstermiyorlar (ya direnç imkanları yok , yada direnmek istemiyorlar) veya Abaza arkadaşım gibi kavram kargaşası içindeler, sözlerinin anlamını bilmiyorlar.İkinci söylem sahipleri ise asimilasyona karşı direniş içinde olduklarını söylemlerine de yansıtmışlar, bilinçli olarak yok olmama mücadelesi vermeye hazır görünüyorlar.Bu ara tahlilden sonra gelelim asıl konumuza;1- Çerkes ayrı bir halk'tır Dünyanın hangi coğrafyasında kimlerle birlikte yaşarsa yaşasın, Çerkes kimliğini muhafaza ettiği müddetçe ÇERKES'dir, yaşadığı ülkenin ise vatandaşıdır.USA vatandaşlığı nasıl bir italyan'ın bir İrlandalı'nın etnik kimliğini yok etmiyorsa, Kafkasya'nın dışında bir Ülke vatandaşı olmak, Çerkes'in kimliğini de yok etmez. 2- Aksi halde Dünyada Çerkes kalmaz, Amerikalı Çerkes Amerikan(Allahtan böyle bir ulus yok), Suriyeli Çerkes Arap, Kafkasyalı Çerkes Rus, Türkiyeli Çerkes de Türk olur. Oysa doğrusu; Amerikan değil Amerikalı/Vatandaşı Çerkes/Kafkasyalı, Arap değil Suriyeli/SAC. Vatandaşı Çerkes, Rus değil, Rusyalı/RF Vatandaşı Çerkes, Türk değil, Türkiyeli/TC. Vatandaşı Çerkesdir.3-Hala Çerkesim/asıllıyım diyenler için henüz ümit vardır asimilasyonları tamamlanmamıştır, ilgilenmemiz ve kazanmamız gerekir.4-Hiç kimse hem Grek hem Germen, Hem Arap Hem Acem, Hem slav hem Japon olamayacağı gibi Hem Çerkes Hemde Türk olamaz.5-Türk, Orta Asyadan adoluya gelen bir etnik gurubun adı değil de TC. yi oluşturan tüm etnisitelerin ortak adı olabilirse Türkiyeli Çerkes Türk olabilir, ama sadece Türkiyeli Çerkesler.6-Bizler Türkiyeli Çerkesleriz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Çerkesleriz. Vatandaşlık bağıyla bağlı olduğumuz bu ülke diğer etnik guruplarla birlikte hepimizin. Fikir, Söylem ve eylemlerimizi bu bilinçle oluşturmalıyız, Başka ülkelerin vatandaşı olan Çerkes'lerinde benzer düşüncelere sahip olmalarının doğal bir gelişim olduğunu bilerek, ülkelerinin ulusal çıkarlarına aykırı taleplerde bulunmamalıyız.7- Kendi kimliğimiz ve Kültürümüzle Yaşamak, olağan üstü zengin ve insana uygun kültürümüzü Dünya insanları ile paylaşmak bu güzellikleri onların da öğrenmesini ve yaşamında kullanmasını sağlamaya çalışmak hepimizin görevidir.8- Anavatan'a ilgimizi, orayla ilişkilerimizi devam ettirdiğimiz zaman, Kültürel köklerimizden de kopmamış olacağız ki asimilasyonu önlemenin esaslarından birisi de budur.Son söz; Çerkes Çerkestir, Türk'de Türktür.Her insan Kendini ne olarak tanımlıyorsa/hissediyorsa odur.Ama hiçbir insan çift etnisite sahibi olamaz, Çok milliyetli olması olması bir çok pasaport taşıması bu gerçeği değiştirmez.


Saygılarımla
Cengiz Gül

BİRLEŞİK KAFKASYA DERNEĞİ BAŞKANININ KONFERANS KONUŞMASI

Birleşik Kafkasya Derneği Başkanı Orhan Yılmaz:Değerli konuklar, derneğimiz tarafından organize edilen Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Işığında Kafkasya’nın Bugünü adlı konferansımıza hoş geldiniz. Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.Kuzey Kafkasya’lılar tarih boyunca büyük yayılmacı güçler arasında sıkışıp kalmış, defalarca kanlı istila hareketlerine uğramışlardır. Kuzey Kafkasyalılar 300 yıl devam eden Rus işgal hareketi neticesinde, yüz binlerce evladını feda ederek, vatanlarından sürülen ama asla özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyen onurlu ve büyük bir millettir. Çok zor ve uzun bir süreci barındıran özgürlük mücadelesinin en önemli mihenk taşlarından birisi de Kuruluşunun 89. Yılında andığımız Kuzey Kafkasya Cumhuriyetidir.Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Kafkasya’lıların siyasi iradelerinin bir tecellisidir. Bu tecelli Hazar’dan Karadeniz’e Bağımsız Birleşik Kuzey Kafkasya’dır.Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti 1918 yılında, özgürlük aşığı bir milletin bağımsızlık yolunda kurduğu ilk siyasi yapıdır. Dönemi itibari ile bugün bile imrenilecek demokratik bir harekettir. Çarlık Rusya’sının dağıldığı ve belirsizliğin hakim olduğu bir dönemde, seçilmiş temsilcilerin iradesi ile hayat bulmuş olan bu hareket, tüm Kuzey Kafkasya halklarının tek vücut olarak dünya sahnesinde yer alma mücadelesidir.Ne yazık ki hem coğrafi hem de stratejik olarak çok büyük öneme sahip olan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, dünyanın yeniden şekillendiği bu dönemde emperyalist güçler tarafından yok sayılmış, Sovyetler Birliğine heba edilmiştir. Kuzey Kafkasya halkları 89 yıl önce oluşturdukları siyasi iradeyi, 1992 Abhazya savaşı sırasında yeniden ortaya koydular. Kafkas halkları konfederasyonu adı altında yeniden siyasi ve askeri birliktelik sağladılar. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile pek çok millet bağımsızlığını ilan edip hür dünyada yerini alırken, Kuzey Kafkasya Cumhuriyetlerinin bağımsızlık talepleri hiçbir zaman kabul görmedi.Geçen zaman içerisinde Yeltsin ve Putin ile yeniden Sovyetleşme sürecine giren Rusya’nın Kafkasya’ya bahşettiği özgürlük; Çeçenistan’da 300 bin sivil kayıp, yıkılmış bir ülke ve tüm Kuzey Kafkasya’da tam bir devlet terörü oldu. Dünya’ya hediyesi ise enerji tekelinin tamamlanmasından sonra sunulacaktır. Dahası, Akka anlaşmasından ayrılarak yeniden bağımsız konvansiyonel silah kullanıcısı olan Rusya, yakın gelecekte gittikçe sertleşen dış politika hamleleri ile tekrar kutuplara dönmeyişini, siyasi ve askeri krizlerle tüm dünyanın canını sıkarak kutlayacaktır. 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin dağılması, Kafkasya açısından büyük ve kullanılamayan bir fırsat olarak tarihe geçti. Bu fırsatın kaçırılmasında Rusya ile mukayese edildiğinde, çok daha demokratik ortamlarda yaşamalarına rağmen, Kafkasya politikalarını salt kültür üzerine inşa eden ve Kuzey Kafkasya da siyasi kazanımlar noktasında Rusya’nın bahşettiği ile yetinen Kuzey Kafkasya diasporası ve kuruluşları birinci dereceden sorumludur. Buna rağmen Kafkasya Halkları’nın Çeçenya ve Abhazya’da devam eden bağımsızlık mücadeleleri bu sürecin bitmediğinin en açık göstergesidir. Diaspora da yaşayanlar, Kuzey Kafkasya’nın siyasi geleceği noktasında geçmişte almadıkları sorumluluklardan kaçamazlar. Yakın gelecek Kuzey Kafkasya açısından pek çok önemli ve olumlu gelişmeye gebedir. Diasporanın olası politik gelişmelerin dışında kalması asla bir hata olarak kabul edilmeyecektir. Zira tarihte mümkün olmayan ve gerçekleşmeyecek hiçbir şey yoktur. Koşulları belirlememiz mümkün olmayabilir. Fakat önümüze gelen fırsatları değerlendirmek mümkündür. Bu açılardan baktığımızda 1917 – 1922 Tarihleri arasında hayat bulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti;Dönemin koşulları gereği kısa ömürlü olmuş olabilir. Büyük başarılara imza atmamış olabilir.Fakat asıl olan;Kuzey Kafkasya Halklarının ortaya koydukları siyasi iradedir. Siyasal bir yapının kurulması mücadelesidir.Kuzey Kafkasya Halklarının bir millet oluşturdukları tezidir.Modern bir devlet ve modern bir ulus inşa etme mücadelesidir.Birleşik Kafkasya İdealinin somut göstergesi ve tarihsel hedefidir.Birleşik Kafkasya bir hayal, bir ideal, bir beklenti olarak düşünülebilir. Bu düşüncenin gerçekleştiğini görmemiz bakımından, 11 Mayıs sadece bir devlet ilanı olmanın ötesinde, Hazar ile Karadeniz arasında bütünleşen bir ruhun, bir düşüncenin, somutlaşan bir idealin göstergesidir. Bu sebeplerden dolayı Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, geçmişte olduğu gibi gelecekte de hem Kuzey Kafkasyalılar hem de hür dünya için en demokratik model tercihi olacaktır. Bu tercihi benimseyen ve çalışmalarına bu doğrultuda devam eden Birleşik Kafkasya Derneği 1951 yılında İstanbul’da kuruldu. Kurucuları genellikle 1918 Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve hükümetlerinde görev almış siyasi kişiliklerdir. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti II. Cumhurbaşkanı Pşımaho Kosok, İmam Şamil’in torunu Sait Şamil, Maliye Bakanı Wassan Giray Cabağı, Prof.Aytek Namitok bunlardan sadece birkaç tanesidir. Birleşik Kafkasya Derneği, kuruluşu itibarı ile Bağımsız Birleşik Kuzey Kafkasya idealini benimsemiş ve çalışmalarına bu yönde ağırlık vermiştir. Bundan sonraki çalışmalarına da kurucu kadroların açtığı yolda devam edecektir. Sözlerime son verirken, sorunların diyalog içerisinde çözüldüğü, yalan ve riyanın olmadığı, birlik ve beraberlik içerisinde, umut dolu mutlu günler görmek dileğiyle iyi günler diliyor, Konferansımıza katılan tüm konuşmacılarımıza ve konuklarımıza şimdiden teşekkür ediyorum

ADIGE-ABHAZ ETNİK ŞEMASI


20 Ekim 2009 Salı

Kuzey Osetya Cumhuriyeti

Coğrafi konum

Kuzey Osetyanın kuzeyinde Stavrapol ili, doğusunda Çeçen-İnguş, batısında Kabardey-Balkar, güneyinde ise Gürcistan ve Gürcistana bağlı olan Güney Osetya bulunmaktadır. Kuzey Osetyanın toprakları Terek, Uruh, Ardon, Kabkevka ırmakları ile beslenir. Yüzölçümü 8.000 kilometrekaredir.

Ekonomik durum

Kuzey Osetyada tarım, sebze ve tahıl üretimi, hayvan besiciliğinden oluşur. Sanayileri; hafif sanayiler, kimyasal maddeler, cam üretimi ve gıda endüstrisidir. Alçak yamaçlarda ve Mozdok yakınlarında, sulamayla buğday, mısır, patates, kenevir ve meyve yetiştirilir. Daha yükseklerde ise köyun ve sığır besiciliği yapılır. Vladikavkazda yoğunlaşmış olan sanayi inşaât malzemeleri üretimi, metalurji ve gıda işlemeye dayanır. Ayrıca kurşun, çinko ve bor madenciliği yapılır. Büyük Kafkasların her iki yanındaki ormanlardan, başta kayın olmak üzere bol miktarda kereste elde edilir. Terek üzerinde, hidroelektrik santralleri inşa edilmiştir.

Sosyal ve kültürel yapı

Kafkas toplumları içinde dil ve edebiyatını en iyi şekilde geliştirerek işleyen Asetinler bu konuda önemli adımlar atmış olmalarına rağmen, günümüzde, Osetyada bilhassa yeni nesil içerisinde Oset dilini konuşamayan bir çok insana rastlamak mümkündür. Yakın zamana kadar Oset dilinin okullarda seçmeli dil olarak kullanılması bilhassa şehirlerde böyle bir sonucu doğurdu. Son birkaç yıldır büyük zararları farkedilen bu sistem değiştirilmiş, ilk öğretimde Asetin dili-edebiyatı ders olarak mecburi hale getirilmiştir.

Oset Dili, İskitler ile Antikçağdaki Sarmatların kullandığı dille uzak akrabadır. Eski İran dilinin kimi özelliklerini (fiil örnekleri, 8 durumlu ad çekimi) korur. Ses yapısı, Kafkasyadaki Hint-Avrupa olmayan dillerden etkilenmiştir; bugünkü sözlükte Rusçadan çok aktarma vardır. XIX. yüzyıl sonunda edebiyat dili olarak kullanılan Aset Dili, Kril alfabesiyle yazılır

ABHAZLAR

Kendi dillerinde Abaza, Rusça da Abazini. Abazaların çoğu Karaçay-Çerkes özerk bölgesinde büyük ve küçük Zelençuk ,Kuban ve Kuma nehirlerinin yukarısında yaşarlar.Adige vilayetinin doğu kısımlarındada bir miktar Abaza vardır.

TARİH

Abazalar kuzeybatı kafkasyanın yerli halkıdır.Bunlar ilk olarak Tuapse civarında bu günkü Abhazya'nın biraz kuzeyinde karadeniz kıyısı boyunca yerleşmişlerdi. 14.ve 16. yy.lar arasında bu günkü yaşadıkları bölgeye göç ettiler.ancak çok az bir kısmı 1864'e kadar eski yaşadıkları bölgede kaldılar.Karadenizin doğu kıyısında yaşayan diğer insanlar gibi Abazalar da ilk yıllarda hristiyanlığı kabul ettiler İslamı kabulleri ise batıya göç ederek Nogaylar ve diğer müslümanların nüfuzu altına girdiklerinde gerçekleşti.Abazaların bir kısmı 17.yy.da islamı kabul etmelerine rağmen hristiyanlık bir müddet daha taraftar bulmuş ve sonunda 19.yy. ortalarında abazaların tamamı müslüman olmuşlardır.Abazalar arasında iki büyük kabile vardır Tapanta (ovada oyuranlar) ve Şkaraua(dağlık bölgede oturanlar). Şeyh Şamil'in liderliğinde 1834-1859 yılları arasında devam eden mürid direnişleri sırasında Tapanta kabilesi genellikle rus tarafını tutarken Şkaraua Şamil'i desteklemiştir.Müridler yenilince binlerce Şkaraua mensubu Türkiye'ye göç etmiştir. en kalabalık göç ise 1862-64 sürgünü sırasında olmuştur.1926 nüfus sayımında Abaza kavramı hiç kullanılmamıştır.Bölgesel Dağılım :% Nüfusun 82.2 si karaçay-çerkes'te,% 2.2 si eski sscb'nin diğer bölgelerinde yaşamaktadır.Fakat Abhaz Cumhuriyetinin ilanından sonra bir kısmı buraya yerleşmiş isede kesin sayı bilinmemektedir. Kent -Kırsal Dağılımı :Nüfusun % 87.9 u kırsal kesimde , % 12.1'i kentlerde yaşar Okuma yazma oranı :% 99'un üzerindedir. fakat bunların eğitim durumlarına dair detay bilgiler mevcut değildir. DİL Abazaca kafkas dillerinin kuzey-batı gurubuna dahil olup abhaz-adige alt gurubundandır.Abazaca ve abhazca o kadar içiçe girmişlerdirki nerede ise aynı dilin lehçeleri olarak telakki edilebilirler.Ancak sovyet döneminde ayrı edebiyat dilleri olarak geliştirilmişlerdir. Abaza dilinin abazaların yaşadığı iki ana coğrafi bölgeden kaynaklanan iki lehçesi vardır.(tapanta ve şkaraua) ancak bu gün kafkasyada yaşayanların çoğunluğu tapanta abazalarıdır vew edebi dil bunların lehçesi üzerine inşa edilmiştir.İki ünlü ve yetmişin üzerinde ünsüz harfi ile Abaza dili oldukça zor bir fonolojik yapıya sahiptir.Ve eski sovyetlerde konuşulan yüzden fazla dilin fonetiği en zor olanı olarak kabul edilmektedir.İlk olarak 18.yy.da akademik çalışma konusu olmasına rağmen Abaza dili üzerine ciddi ve detaylı çalışmalar ancak yakın zamanda yapılabilmiştir.

EĞİTİM

Abazalar yaşadıkları bölgelerde Abazaca seçmeli ders olarak okutulmakta,temel eğitim rusça yapılmaktadır.ve yine abaza dilinde sınırlı sayıda yayın mevcuttur fakat bunların hiç biri bilimsel veya teknik ders kitabı niteliğinde değildir. 1922-23 yıllarında Abaza alfabesi oluşturuluncaya kadar abazaca yazı dil değildi. bu tarihten öncesi sadece trankripsiyon şeklinde yazılıyordu. 1933-1938 yılları arasında latin harfleri , 1938 yılından sonra ise kiril harfleri kullanılmaktadır

ILK ADIGE PARASI

Bati Adigey’de Anapa liman kenti yakininda eski çaglardan kalma bir sehir harabesi bulunmaktadir. Bugün o harabeler “Yedi Kardesin Sehri” diye anilmaktadir. Tarihi kayitlarda anlasildigina göre o sehrin kuruculari Sind kralligidir. Diger bir deyisle eski Adigelerdir. Sehir yüksek surlarla çevriliydi. Surun genisligi 2.5 mt, yüksekligi 6 metre idi. Yedi Kardesin Sehri diye bilinen bu kentin gerçek adina kayitlarda rastlanamamaktadir. 2600 yil önce Sind kralligi tarafindan kuruldugu bilinmektedir. Sindlerin kurdugu kralligin adi Sindike Karaligidir (Adigelerin eski adi Sind ve kurdugu kralligin adi da Sindike kralligi denirdi.) Sindike Kralligi 300 yil hüküm sürdükten sonrada Bospor Kralligi ile birlesmistir. Sindike kralligina ait birçok temel bilgiler tarihi kayitlarda yer almaktadir. Bu kayitlara göre Sindike Karaligi güçlü, müreffeh halki mutlu bir krallikti. Sindike Karaliginin Taman ve Anapa yakinlarinda bir çok sehirleri vardi. Germo, Nasse, Fanagorie, Krokondame ve digerleri. Baskentleri Gorgippie idi ve Anapa’ya çok yakindi. Sindler tarimla ve hayvancilikla ugrasiyorlardi ve bunda çok basariydilar. Sehirlerde çok sayida sanatkar ve sanatçi insanlar vardi. Sindlerden kalan mezar evlerden çikan bir çok esya bunu dogrulamaktadir. Bu esyalar arasinda altindan, gümüsten mamül süs esyalari, kap kaçak, silahlar, av malzemeleri bulunmaktadir. Sindler eski Grek=Alic kralligi ile ticaret yaparlardi. Sindler kendi paralarini basmislardi. Bu Sindike kralliginin ne kadar güçlü, itibarli ve halkinin mutlu, müreffeh oldugunu gösteriyordu. Kazilarda gümüsten basilan parada at kellesi ve çevresinde Sindlere ait oldugunu gösteren yazi mevcut. Taman yakininda Sindlerden kalma çok sayida heykeller ve anitlar bulunmustur. Bundan da anlasiliyorki eski Adige halki içinde çok sayida sanatkar mevcuttu. Sind heykeltiraslar dünyaca meshur eski Grek heykeltiraslarla rekabet etmekteydiler. Sindler gayet süslü anit ve heykelleri nam yapmis savas kahramanlari, ordu komutanlari ve büyük lideri için dikerlerdi. Heykelleri dikilen kahramanlarin bir kisminda zirh giydikleri bir kisminda savas aletleri olan oklar yaylar savas biçaklari oldugu görülmektedir. Daha enteresani ise heykellerin üzerinde kime ait olduklarinin yazili olmasidir. Buradan da anlasilacagi üzere Sindler yaziyi kullanan, okur yazar, kültür ve egitimde ileri bir halki. SIndiki Karaligi 2300 yil önce Bospor kralligi ile birlesmisti. Tarihi kayitlardan ögrendigimize göre Bospor Kralliginin Kral ve üst düzey yöneticileri Sindlerdendi. Ordununda büyük bir kismi SInd ve Meot halkindandi. Onun için bu kralliga Bospor-Sind-Meot Kralligi denmekteydi.

KARMEVKO HAMID
NARTLAR 2001 NALÇIK
ÇEV. ÇURMIT MUZAFFER KALKAN

KAFKAS AT CİNSLERİ

ŞOLEKHU AİLESİ VE ŞOLEKHU AT CİNSİ

Yaklaşık altı yüz sene önce pşı Şolekhu Cılhakhsten, Kaberdey pşısından yerleşmek için toprak ister. Ve lakin toprağım yok diyerek vermek istemez Bir manda derisi kadar yerinde mi yok deyince verir. Pşı Cılhakhsten büyük bir mandayı kestirir, derisini yüzdürür, deriyi de iki kat olacak şekilde ayırtır ve ince bir sicim halinde top yaptınr. Elde edilen iple bu günkü Cılhakhsteney topraklannı kurnazlıkla bölerek elde eder. Kaberdey pşısı de utanma belası sözünden cayamaz. Pşı Cılhakhsten savaşta ve banşta daima Kaberdey pşısına yardıma giderek iyi ve kötü gün dostu olduğunu ispatlamıştır. Kaberdey pşısı de verdiği toprak için hiçte üzülmedi. Bugünkü Cılhakhsteney ismini bu pşıden almıştır. Bugün bile Kaberdey ile Cılhakhsteney adığeleri arasında tatlı rekabet devam etmektedir.

ŞOLEKHU ATININ TARİHÇESİ

Abaze ve Adıgeler atı ehlileştirdiklerinden beri dört ana cins ve atçı ailelerinde kendi soyadlarıyla anılan 43 yan at cinsi yetiştirmişlerdir. Bu kadar at cinsinin içinde, en çok arananı da Şolekhu olmuştur. Maalesef komünist idare tarafından Şolekhu ailesi ya yok edilmiş, ya da Rusya'nın muhtelif yerlerine sürgün edilmişlerdir. Dünyaca meşhur Kırgızistanlı Şolekhu Mihail Şolohov bu ailedendir. Bu at cinsi hakkında Mihail son zamanlarında araştırma yaptığı söylenmekte olup, bu yazılan yayınlanacak olursa daha detaylı bilgi edinebileceğiz. Bu Atın tarih sahnesine çıkışı pşı Şolekhu Cılhakhsten ile başlamaktadır. Osetlerin Kaban prensi, Azak denizinin öte gecesin de yabani yılkı atı olduğunu haber alır. Samimi arkadaşı olan Cılakhstenen pşısı olan, pşı Şolekhu Cılhakhsten'e gider ve atlan beraber getirmeleri için teklifte bulunur. Pşı de mısafiffeis olduğunu, yalnız gitmesini söyler. Pşı Kaban adamlarıyla Azak kıyısına gelir ve Andemirkan'ın Tatar dayılarına giderken geçtiği Kerç boğazını (yaklaşık 20 km) geçerler. Otlamakta olan yılkıyı toparlayıp önlerine katarlar. Kerç boğazına geldiklerinde akşam olmuştur, geceyi orada geçirmeyi ve atlan da dinlendirmeye karar verirler. Gece yansına doğru denizden acayip bir kır aygır çıkar ve sürünün içinde bulunan biçimsiz bir kısrağı aşılar, kuşhaların mani olmalarına meydan vermeden geldiği denizde kaybolur. Herkes hayretler içindedir. Sabah yılkıyı denizden yüzdürerek geçirip Kafkasya'ya dönerler. Doğruca pşı Şolekhu Cılhakhsten'e misafir olurlar, laf lafı açar ve denizden gelen kır aygırın hikayesini de anlatırlar. Ayrılık vakti geldiğinde pşı Kaban bir at seçmesini ister Cılhakhsten'den o da aşılanan biçimsiz kısrağı ister. Daha güzel bir at seçsin ister Kusha prensi. Ve lakin başka seçmez, vereceksen o kısrak, vermeyeceksen başka at istemem deyince mecbur kalır kısrağı verir. Günü gelir kısrak bir erkek tay doğurur. Bu tay aygır olana kadar itinayla bakılır ve bir arap kısrağıyla çiftleştirilir, doğan taylar ondan sonra Şolekhu adıyla anılmaya ve aranmaya başlar. Özellikleri: At tarihi sahnesine bu şolekhu kadar uzun mesafeye dayanıklı olanı çıkmamıştır. 1. Dünya savaşında Polonya'da bir gecede 300 km. yolu Kaberdey Şolekhu atlıları katlederek imkansızı başarmışlardır. Bir günlük yavru tay anasıyla 120 km. yi bir günde yürümüştür. Ne kadar yem yedirilse de kilo almaz, kuvvetlidir. Burun delikleri ve iç organları diğer atlara nazaran değişiktir. Kalça üstleri bir yumruk büyüklüğü kadar yüksektir. Boynu uzun, yelesi geniş, tipiye karşı gidebilen yegane at olup, kulaklarını istediği tarafa çevirebilme özelliği vardır. Atlısı yolunu kaybettiğinde, dizginleri serbest bırakılırsa en yakın yerleşim alanını bulur. Bel kemikleri uzun olduğundan beli de uzundur. Sırt yüksekliği 1.50 - 1.51 m kadardır. Göğüs kafesi 1 m. den fazladır. Boynu uzun olup, ayak toynakları bir yumurtaya basınca kırılmayacak kadar çukur ve büyüktür. O nedenle nalbantlar bu at için özel nal imal ederlerdi. Nal düşse de tırnakları uzun olduğundan epey bir mesafeyi atsız kat edebilir. Ayak diplerindeki kıllar çok uzadığından sık sık makasla traş edilir. Bu at başını kaldırabildiği yükseklikten binicisiyle birlikte maniadan atlayabilirdi. Türkiye'de 1950'den sonra ordunun mekanizeye dönüşmeye başlamasıyla at satın almaktan vazgeçti. Adıgelerin ellerinde kalan atlarda İtalyan tüccarlar salam yapmak amacıyla satın aldılar. Bu nedenle bu kıymetli Şolekhu at cinsinin ne yazık ki Türkiye de soyu tükendi. Kaberdey - Balkar'ın 3000m. yükseklikteki yaylalarında ihtimamla koruma altına alıp, soyunu çoğaltmaya çalışan Abkhazya gazisi Yağan İbrahim'den Tanrı razı olsun. Efsane gibi anlatılan Şolekhu atının esas hikayesi budur. Beş yaşından sonra verimli olmaktadır.

XUARE: Xuare zekueghuane - hızlı ve sert oluşuyla nam salmıştır. Adıgelerin ikinci kıymetli cins atıdır. 1.45 - 1.48 m. yüksekliğindedir. Beli kısa, başı daha farklı ve yuvarlaktır. Kuyruğu normal olup, yelesi farklılık göstermez. Ayaklan kuvvetli ve dayanıklıdır. Koşumda ön ayaklarını kuvvetli basar, kulakları son bitime doğru sivri ve sağa dönerlidir. Suyu yavaş ve diliyle emerek (werk kızının su içişi gibi) yavaş içer.

MELEKAN: Araba koşum atıdır. 1.45 - 1.48 m. yüksekliktedir.

ŞIBELHXUE - İKİZ DOĞURAN AT: Adından anlaşılacağı gibi ikiz doğurma özelliği olan bir cinstir. BESLHEN: Şolekhu gibi beyaz burunlu, demir kırını andırır. Yelesi büyük, kuyruğu kaim ve uzundur. 1.45 - 1.50 m yükseklikte olan bir attır. Şık görünümünden dolayı, pşı ve werklerin binek atı tercihi idi .

Kaynakçalar: Sey Naci, Yağan İbrahim [Abaze İbrahim ALHAS]

Israil Çerkesleri



Cerkezler Israil'e, diasporaya dagilan diger çerkezlerde oldugu gibi, 19. yy sonlarina dogru gelmisler.Kfar-Kama ve Rihania adina 1870 lerde kurulan iki tane çerkes köyü hayatta kalabilmis. Yahudi ve Arab komsulari ile iyi bir iliski içerisinde bulunmuslar.Simdilerde Kfar-Kama'da yaklasik olarak 2000 ve Rihania'da 1000 e yakin çerkes yasamakta.Ayrica, islerinden dolayi sehirlerinde yasayan ve köydeki akrabalari ile iliski içersinde bulunan bir çok aile bulunmakta.Bugün ki yasantilarinda Israil'liler ve Arab'lar tarafindan herhangi bir ayrima tabi tutulmamaktalar


19 Ekim 2009 Pazartesi

KUZEY KAFKASYA HALKLARININ ETNOLOJİK YAPISI

Şurası üzüntü vericidir ki Kuzey Kafkasyalıların insanlığın yeryüzündeki serüveninde oynadıkları rolle, onların haklarında bilinenler arasındaki oran çok dengesizdir. Bu bölge ve bu bölgede yaşayan halklar hakkında bilinenler hala bir sürü açmaz ve çıkmazla gölgelenmiş durumdadır. Oysa hala Kuzey Kafkasya dünya gündeminin en önemli başlıkları arasındadır ve ileride de bu konumunu koruyacaktır. Yalnız siyasal gelişmelerdeki rolü ve belirleyiciliğiyle değil, her yönüyle günümüzdeki durumunu sağlıklı değerlendirmek ve doğru sonuçlara ulaşmak için irdelenmesi gereken kültürel, dini, antropolojik ve linguistik bilimler bakımından da bu bölge dünya bilimsel birikimi açısından en önemli kaynak alanlarından birisidir. Yazık ki bölgenin içinde bulunduğu siyasal çalkantılar yerli halkların dünya kültürüne olan sorumluluklarını yerine getirmesine engel olacak bir yapı sergilemektedir. Kafkas halkları sahip oldukları bakir değerleri anlatmak ve dünya bilimsel dökümünde hakkı olan yere ulaşmak yerine değerlerini korumak için savaşmak ya da başkalarının istediği savaşlarda taraf olmak zorunda bırakılmaktadırlar.Kuzey Kafkasya'nın kültürel tarihini aydınlatmak, dünyanın kültür tarihini aydınlatmak noktasında çok etkili bir çalışma olacaktır. Çünkü uygarlık beşiği olan bölgelerin geçiş noktasında, tarih boyunca göç yolları üzerinde hiçbir zaman durağan olmamış bir konumda bulunan Kuzey Kafkasya insanlığın yaşam sürecinde ne noktadan bakılırsa bakılsın belirleyici olan bir bölgedir. Bu durum dün olduğu gibi bu gün de böyledir ve yarının, eski dünya kıtasının kaderi üzerinde çok büyük bir değişiklik yapmayacağı kesin gibidir. Bu bölgenin değerlerine ilişkin yapılacak bir yığın çalışmanın antropoloji, etnoloji, arkeoloji ve linguistik bilimlerini temel alması gerekir. Bu coğrafya bugün bünyesinde barındırdığı bir çok etnik grubu, dili ve kültürü bir çok noktada kaynaştırmıştır. Yaşayan halkların bugün farklı kimlikleri korumuş olmaları da etnik yapıları ve sosyal antropolojileriyle bağlantılıdır.Bu bölgeden gelip geçen halklar bir rüzgar gibi gelip geçmemiş, bir sel gibi gelmiş, bir şeyler bırakmış ve bir şeyler alıp götürmüştür. Bu demografik hareketlenmeler bölge etnolojisinin şekillenmesinde birinci belirleyici rolü oynamıştır. Her bölge farklı etnik grupların farklı etkileriyle karşılaşmış, karışmış ve şekillenmiştir. Bu durum dili olduğu kadar etnolojiyi ve sosyal kimliği de farklı oranlarda değiştirmiştir. Yoksa ilk çağdan beri bölgede bu kadar farklı etnik grubun ve dilin bulunduğunu kabul etmek bilimsellikten uzak bir yaklaşım olur. Bu bağlamda tarihsel süreç incelendiğinde bölge etnolojisini belirleyen unsurlar olarak şu başlıklarla karşılaşırız. 1) Yerli EtnisiteDağların kuzey yamaçlarında daha özgün olarak göze çarpan ve antropolojik özgünlük sergileyen beyaz ırka ilişkin insan gruplarıdır. Bu etnisitenin dili tamamen bağımsızdır ve ilkçağlarda tüm Avrasya'da etkili olmuş bir ya da birkaç topluluktan oluşur. Anadolu'da Hititler, Avrupa'da Kelt, Bask, Alban ve Etruskler bu etnisitenin kalıntıları olabilir.Kuzey Kafkasya mitolojisi ve dilleri bu döneme ilişkin verilere ulaşabileceğimiz yetersiz kaynaklardandır. Buna göre buzul çağı sonrası insanlığın en uzun ve en karanlık döneminde bu bölgede her şeyiyle özgün bir yapı oluşmuş ve sonrasında bu özgün yapı bölgede ortaya çıkan halkların da temel özünü oluşturmuştur. Meot, Sind, Zikh, Pses, Kimmer ve benzeri halklar bu dönemin yerli halkları olmalı. Destanlar çağı olarak değerlendirebileceğimiz bu dönemde bölgede yaşayan halkları "Nartlar" olarak adlandırabiliriz. Bu halkın konuştuğu dil bu gün bölgede yaşayan çoğu halkın dilinin temelini oluşturan ve dilbilimciler tarafından farklı bir grupta değerlendirilen Kafkasya'ya özgü bir dildir. Bugün bölgede konuşulan bütün yerel dillerde bu dilin kalıntılarını bulmak olasıdır ki; th, tl, phl, kh, gibi bölge insanının gırtlak yapısına özgü sesler, yardımcı fiillerin kullanımı, erillik dişillik özellikleri, fiil çekimlerindeki matriks yapılanmalar gibi gramer özellikleri, thamade, nıse, ssı, nase, geşh, gibi bütün dillerde ortak olan özgün sözcükler bu çağlarda bölgede konuşulan bu özgün dilin kalıntılarıdır. Bu etnisite bugün Abhaz-Adiğe, Kartvel ve Nah dillerini konuşan halkların temelini oluştur.2) İndogermen EtnisiteAvrupa halklarının antropolojik temelini oluşturan bu etnisite Hindistan'dan Britanya'ya kadar uzanan coğrafyada etkili olmuş bir ırk ve dil grubunu kapsar. Hintliler ve İranlılar kendilerini ırksal açıdan Arian olarak adlandırırlar. Bu terim daha sonra beyaz ırka ait Hint-Avrupa dil kullanan bütün halkların ortak adı oldu. Kuzey Kafkasya bu grubun iki yaşam alanının ortasında bulunduğu için Anadolu ile birlikte Arian halkların geçiş bölgesi olmuştur. İran'dan Avrupa'ya geçen Arian unsurlar bu bölgede kalıcı izler bırakmışlardır ki Osetler, Talişler, Tatlar bu hareketlenmenin kalıntılarıdır.Özellikle tarih içinde Alanlar olarak adlandırılan Asetinlerin bölgedeki varlığı oldukça eskiye dayanmaktadır. Antik çağda tüm güney Rusya ve Kafkasya'yı kaplayan bölgede egemenliklerini gösteren Alanlar İskit-Sarmat diyalektlerinden birini konuşmaktaydılar ve Arian etnosuna aittiler. Kuzey Kafkasya'da bir siyassal birliğin bu halk eliyle oluşturulmuş olması yerli etnisiteye tümüyle kaynaşması sonucunu doğurmuştur. Bu etnisitenin varlığı Kuzey Kafkas dillerine Hint Avrupa sözcükler ve diğer kültür öğelerini sokmuştur. Bölgedeki bir çok coğrafi ad ve bazı mitolojik tanımlar onların yadigarıdır. Asya ve Avrupa'nın bütün eski halklarıyla akraba olan Alanlar iç Avrupa'ya yaptıkları akınlarla önemli göç dalgalarına neden olmuştur. Fransız dilbilimci Dumesil onlardan " Yüce Roma'yı aydınlatan Kafkas halkı" olarak sözeder. Üstelik Nart destanlarının temel motiflerini ve tiplerini İndo-Germenik verilerle açıklamaya çalışır. Ona göre bu destanlarla Roma, İskandinav, Got söylenceleri arasındaki bağlar Alanların taşıdığı mitolojik öğelerden kaynaklanmaktaydı. Avrupa'yı baştan başa kat eden üstelik Britanya'ya uzanan Alan halkının Kuzey Kafkasya'da kalanları yerli etnisite içinde erimiş, ancak önemli farklılıkları koruyarak Asetin halkını oluşturmuştur. Bu etnisite Kafkas ırkı üzerinde oldukça belirgin etki yapmış, bir çok ırki özellik bakımından yerli halkları komşuları olan Hint Avrupalı kavimlerden ayrılmaz duruma getirmiştir.Kuzey Azerbaycan'daki Taliş halkının Kürtlerle birlikte dilde Arien özellikler taşıyan karma etnisiteler olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte Talişler komşu İran ve Ermeni halklarının baskın etkileri sonucunda yerli etnisite ile kaynaşamamış, daha çok Arien özelliklerini korumuştur. 3) Turani Etnisite Bilindiği kadarıyla Kuzey Kafkasya M.Ö III.yüzyıldan beri akın akın gelen iç Asyalı kavimlerin geçiş bölgesi üzerindedir. Bu akınların çoğu Kafkas Dağları eteklerinde erimiş ve dağılmıştır. Bölgeye yer yer kalıcı olmak amacıyla yerleşen Asyalı kavimler zamanla yerli etnisite arasında çözülmüş ya da adacıklar halinde varlığını korumuştur. Bu dönemde yapılan Hun, Kuman, Peçenek, Kıpçak, Uz ve Tatar akınları sonucunda dilde, antropolojide ve sosyal yapıda farklılaşmalar meydana gelmiştir. Ural Altay dil grubundan sözcükler Kafkas dillerine girmiştir. Asya'ya has çekik gözler, siyah düz saçlar, çıkık elmacık kemikleri antropolojik kalıntılar olarak yerleşmiştir. Üretim, silah ve giyim kuşam öğeleri alınmıştır. Asya mitolojileri ve inanç sistemleri yerli halka ilişkin değerlere karışmıştır. Turani kavimlerden Kuzey Kafkasya'da tutunabilenler Karaçay, Balkar, Kumuk, Nogay gibi adlarla kabileler olarak varlığını sürdürmüştür ancak bu kavimlerin etnisiteleri yerli etnisite ile iç içe girerek dil dışında erimiştir. Bir Karaçay'ı komşusu olan Kabardeylerden ayırmak kolay değildir. Asyalı fizik özellikleri yerlilerden daha belirgin halde olmayan bu unsurlar kültür olarak da Kafkasya'nın diğer halklarından ayırt edilemez. Bununla birlikte asıl etki Kuzey Kafkasya'da siyasi birlik oluşturan Türk ve Tatar grupları eliyle gelmiştir. Museviliği kabul eden Hazar Hanlığı döneminde bölge dönemin güçlü uygarlıklarıyla ilişki kurmuş, ticaret dili Türkçe olmuş ve Türk yönetim biçimi olan toprağın kral çocukları arasında paylaştırılması geleneği her prensin yönetimi altındaki topraklarda farklı yönetimler kurması, kabilelerin yer yer kesin çizgilerle birbirinden ayrılması sonucunu doğurmuştur. Bugün yerli halklar arasında bir çok aile adı Turani adlardır ve farklı kabileler arasında aynı adlarla karşılaşılır. Hazarlar döneminde Terek kıyılarını yurt tutan Kabar adlı Hun Macar topluluğunun nereye gittiği belirsizdir ama bu gün orada Kabardey adlı bir halkın varlığı kesindir. Kumukların Borağan ailesinin Kabardeylerde Brağun, Çeçenlerde Barağan olarak korunması, bir çok yerli kabilede Akbaş, Tokmak, Karaçay, Duman, Tatar gibi Türkçe aile adlarının olması bu etnisitenin kalıntılarının günümüze kalmış olduğunu gösterir. Türk literatüründe Hun olarak adlandırılan Gun topluluğunun bu gün bir Çeçen taypı olarak Gunoy adıyla anılışı bu topraklarda hangi soydan insanların ne şekilde kaynaştığı, tam anlamıyla eski dilde ifade edildiği üzere "neşvünüma" bulduğu gerçeğini gözler önüne serer. 4) Semitik EtnisiteOrtadoğu'daki Arap-İbrani halklarının ait olduğu bu grup diğerleri kadar etkin olmamakla birlikte Kafkas halklarının yapısında izlerini barındırmaktadır. Bu etki daha çok dinen Museviliği benimsemiş ancak ırken İsrail oğlu olmayan Hazarlar döneminde yer etmiş olmalıdır. Bu çağlarda Orta Doğu’dan ve İspanya'dan Musevi ailelerin Kafkasya'ya gelmiş olduklarını tarihi belgelerden öğreniyoruz. Cumartesi gününe Şabat denmesi, Karaim, Kohen, Cutki gibi aile adlarının hala korunuyor olması onlardan kalmış bazı izlerdir.Bugün Dağıstan'da yaşayan Tat halkının Hazar kalıntısı olma olasılığı yoktur çünkü konuşulan dil Turani değildir. Bununla birlikte söylenceye dayanan bir görüşe göre onların Asur kralı Nabukadnezar tarafından İsrail'den çıkarılıp dağlara sürülen İbraniler olduğu görüşü daha gerçekçi görünmektedir. İkinci Sami etkisi 7.yüzyılda başlayan Arap akınlarıyla Kafkasya'ya girmiştir. Din tebliğinin bölgedeki halklarca kabul görmesi ancak şiddetli Hazar direnişi Arap akıncıların bu bölgede zorlanması sonucunu doğurmuştur. Arap orduları bu dağların güney yamaçlarında erimiş ve daha yukarıdaki Slav ve Turani topluluklara dinin ulaşması çok sonraki dönemlere kalmıştır. Bu çağlardan geriye kalan Dağıstan ve Çeçenistan bölgelerinde varlığını koruyan Arap adları, Arap aileleridir. Çerkesler arasında hala Kurayş adını taşıyan bir aile vardır. Evliya Çelebi, Çerkeslerin ve Arnavutların Moğol saldırılarından kaçmış Arapların torunları olduğunu yazar ve bazı aile adlarını delil gösterir. Ancak bu iddianın bilimsel olmadığı ortadadır. Bütün geçiş bölgeleri gibi bünyesinde bir çok zıtlığı, bir çok farklılığı ve bir çok özgünlüğü korur Kafkasya. Bu bölgenin şansı etekleri arasına aldığı her halkı özümseyip benimseyen geçit vermez dağlara sırtını dayamış olmasıdır. İskender'in ordularını da Moğol akınlarını da Tatar saldırılarını da bu dağlar durdurmuş vadileri arasında eritmiş, sonra onları kendisinden bir parça yapmıştır. Bu nedenle Çerkes kimliğinin bir tek etnisiteye mal edilmesi doğru olmaz belki bu konuda söylenecek en doğru söz Çerkes kimliğini oluşturan tüm unsurların kendi özelliklerini kaybedip diğerleriyle birleşmek şekliyle öncekilerden hiç birine tam olarak benzemeyen ama bu coğrafyaya özgü, bu dağları yaşam alanı olarak seçmiş yeni bir etnisite ve farklı bir halklar topluluğu olduğunu dile getirmek olsa gerek.

Kabardeyler

TarihKabardeyler kendilerini Kabardey, Ruslar ise Kabardintsi olarak adlandırırlar. Kuzey Kafkasya’nın merkez bölgesinde yaşarlar. Çoğunluk Kabardino-Balkarya Cumhuriyetinde yaşar. Ancak Adige Özerk İl’inde de bazı yerleşim birimleri vardır. Kabardeyler, kendilerini Adige olarak isimlendiren Kafkas kavimlerinin bir grubundan geliyorlar. Sonunda üç ayrı ulusal grup şekline gelen Kabardeyler, Çerkesler ve Adigeler aslında hepsi aynı kökten gelmelerine aynı adı taşımalarına (Adige) karşın Kabardey adı daha spesifik olmak bakımından yalnızca bir alternatif olarak kullanılır. Adige kabilelerinin orijinal yerleri Kuban havzasındaydı ama 14.yüzyıl sonlarında Büyük Kabardey olarak bilinegelen bölgedeki Terek nehrinin sol kıyısında bir çoğu yerleşmiş bulunuyordu. 15.yüzyıl başlarında Küçük Kabardey olarak bilinen yere de yerleştiler.Doğuya göçlerinde Adige’nin bir kolu Moğol işgali sırasında dağlara sürülen Alanlarla karşılaştı. Bu Adigeler kısmen asimilasyona uğradı. İşte Kabardeyler bu karışımın bir ürünüdür.Kabardeyler çevrelerindeki kavimlerin bir kısmını yönetimleri altına aldıkları için 15.yüzyılda güçlendiler. 16.yüzyılda Kabardeyler Kırım Tatarlarının saldırılarıyla yağmalandılar ve kısmen yönetimlerine girdiler. Aralarındaki ilişki her zaman düşmanca değildi. Zira Kırım Hanları çocuklarını yetiştirmeleri için Kabardey prens ailelerine gönderiyorlardı. Ayrıca Kırım'ın etkisiyle İslamiyet bu bölgeye iyice yerleşti. Kabardeyce zaten bir süreden beri Müslüman bulunuyordu (13.-14.yüzyıl cami kalıntıları bu bölgede bulundu). Buna karşın 1557'de Kabardeyler IV.İvan'a (Korkunç İvan), Tatarlara karşı korunmak için elçi gönderdiler. Bu istekleri yerine getirildi ve İvan'ın bir Kabardey prensesiyle evlenmesinden sonra ilişkiler daha da kuvvetlendi. 1561’de Ruslar Terek nehri üzerine bir kale inşa ettiler, 1567'de bir başka kale kuruldu. 17.yüzyılda Ruslar bölgeye iyice yerleşmiş ve Kafkasların daha derinlerine uzanmak için hazırdılar. Osmanlılar ve İranlılarda Kafkasları ele geçirmeye çalışıyorlardı ve 18.yüzyıl, arka arkaya savaşlara sahne oldu. Belgrad antlaşması(1739), Kabardey’i tarafsız bir devlet ve Osmanlılar ile Ruslar arasında bir tampon bölge durumuna getirdi. 1774'deki Küçük Kaynarca antlaşmasıyla bölge Ruslara bağlandı. Rusların Kafkasya’da yayılmaları sık sık yerli halkın isyanına neden oldu ve çok uzun, çok kanlı savaşlar olmasına karşın bu yayılma durdurulamadı. 20.yüzyıl bölgeye yeni karışıklıklar getirdi. Rus devriminden sonra milliyetçi partiler, Bolşevikler, Menşevikler ve Beyaz Ordu’nun üstünlük mücadelesi dolayısıyla Kafkaslar çalkantıya gömüldü. Kabardey'de üstünlüğü 1918'de Sovyetler sağladı. Ancak Kabardino-Balkarya ili, 16 ocak 1922'de kuruldu. 5 aralık 1936'da özerk cumhuriyet şekline dönüştürüldü. Ağustos 1942'de Almanlar bölgeyi 6 aylık bir süre işgal ettiler. Bir yıl sonra bütün Balkarlar Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesi ile (Mart 1944'te) Orta Asya ve Kazakistan'a sürgün edildi. Balkar adı cumhuriyetin unvanından silindi ve 1957'de sürgün edilen halkların haklarının geri verilmesine kadar değiştirilmedi.Kabardino-Balkarya olarak da bilinen Kabardey-Balkar Cumhuriyeti, Kuzey Kafkasya'da Rusya Federasyonu içindedir. Doğu ve güneydoğusunda Kuzey Osetya, güneybatıda Gürcistan Cumhuriyeti, batıda ise Karaçay-Çerkessk Cumhuriyeti ile komşudur. Yüzölçümü 12.500 km2, Başkenti Nalçik olan cumhuriyetin 7 kasabası ve 8 yerleşim birimi bulunuyor. Ortalama nüfus yoğunluğu, 56.6 km2. Başlıca kaynakları molibden ve tungten depozitleri ve bunları işleyen fabrikalar, makine üretimi ve kimya endüstrisi, inşaat malzemeleri üretimi, kereste, gıda ve diğer hafif endüstrilerdir.Tarım alanında ise tahıl ziraatı (buğday ve mısır) meyve yetiştirme ve bağcılık,koyun,domuz ve at çiftçiliği,arıcılık ve ipekböcekçiliğidir.DilUlusal dil Kabardeyce'dir. Kafkas dillerinin Kuzeybatı gruplarından Abhaz-Adige alt grubuna bağlıdır. Bu dil Kabardino-Çerkes olarak bilinir, çünkü bu iki dilin (Kabardey-Çerkes) tek yazın dili oluşturduğu kabul edilmektedir. Çok yakın olan diğer diller Abhaz, Abazin ve Adige'dir. Özellikle Adige dili Kabardeyce ile çok yakındır ve Kabardeyler de Adige grubuna dahil olduğu için her iki dil Adiga-bze (Adige dili) olarak adlandırılır. Kabardey dilinde dört lehçe vardır: Büyük Kabardey, Mozdok, Beslan ve Kuban. Büyük Kabardey ve özelliklede Beslan lehçesi yazın dili için esas alındı. Lehçeler arasındaki fark özellikle çok az ve çoğunlukla fonetik ve morfolojiktir. Sözcük hazinesi Arapça, Türkçe, Rusça ve Farsça'dan çok sayıda sözcük içerir. Yerli sözcük yapılarında ilk göze çarpan özellik eş sesli ve çok anlamlı olmasıdır. İlk Kabardey gramer kitabı Pedagog Sh. B. Nogmov (1840-1843) tarafından derlendi. İlk Kabardeyce-Rusça sözlük 1889'da çıktı. Sovyet yönetimi döneminde Kabardey dilinin bazı yönleri (tarihi gelişimi, lehçe farlılıkları vb) kısmen detaylı olarak çalışıldıysa da yönetim,hukuk, ve resmi prosedürde Rusça kullanılır. Ancak teoride gerekirse Kabardeyce'de kullanılabilir..Eğitim1958 de Kabardeyce 1.ve 4. sınıflarda eğitim dili olmasına karşın 1972’lerden sonra öğretim dili Rusça olan okullarda seçmeli ders olarak verilmeye başlandı. Son dönemde ise eğitim dili Rusça olmakla birlikte Kabardeyce-Adigece de ilkokuldan liseye kadar zorunlu ders, üniversite de ise isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Cumhuriyet'te 1957’de kurulan bir üniversite, jeofizik enstitüsü, ekonomi, dil tarih ve edebiyat araştırmaları enstitüsü bulunmakla birlikte bu kurumlarda Kabardeyce eğitim verilmemektedir (yalnız isteyenler için seçmeli ders olarak okutulmaktadır).İlk Gazete 1920 yılında yayınlanmıştır. Şu anda Kabardeyce, Rusça ve Balkarca gazeteler yayınlanmaktadır. Yine belirtilen dillerin hepsinde radyo ve sınırlı sürelerde olmakla birlikte tv yayını yapılmaktadır (ortalama günde 4 saat).1980 yılı içerisinde Kabardeyce yayımlanmış kitap baskı adedi 172.000’dir. Cumhuriyet'te bu güne değin 1923-1924 Latin harfleri, 1924-1936 Latin harfleri (Yakovlev'in versiyonu), 1936 Kiril alfabesi alınmış olup sonuncusu günümüzde de kullanılmaktadır. Nüfus ve DağılımBölgesel Dağılım: Nüfusun %94.4'ü cumhuriyette , %5.6'sı Rusya ve eski Sovyetlerde yerleşiktir.Etnik kompozisyon : %45.5 Kabardey - %9.0 Balkar - %1.5 Osetyalılar - %35.1 Ruslar - %1.8 Ukraynalılar - %7.1 diğerleriKent, kırsal kesim dağılımı: Kentler: Kabardeyler %20.8 - Balkarlar %4.9 - Osetyalılar %1.9 - Ruslar %60.1 - Ukraynalılar %3.0 - Diğerleri %9.2 Köyler : Kabardeyler %67.0 - Balkarlar %12.2 - Osetyalılar %1.2 - Ruslar %16.3 - Ukraynalılar %0.6 - Diğerleri %2.7 Okuma yazma oranı:Bu konuda yeni dönemi yansıtan kesin rakamlar olmamakla birlikte okuma yazma oranı %99’dur. 1970 sayımlarına göre her 1000 kişiden 30'u yüksekokul , 417'si lise ve 290'ı ilkokul mezunudur.Yne 1980 yılında yapılan bir sayıma göre anadilini Kabardeyce olarak belirtenlerin oranı %97.9, Rusça'yı ikinci dil olarak belirten ve iyi bilen Kabardeylerin sayısı %76.7 dir

Adigeler

Kendi dillerinde: Adige, Rusça'da: Adigeytsi.Adigeler, Adige Özerk Cumhuriyeti’ne yaşarlar; çoğunluğu Laba ve Kuban nehirlerinin aşağı düzlüklerinde zengin toprakların bulunduğu bölgede toplanmıştır, ancak bazıları da Kafkas dağlarının eteklerine yerleşmiştir.Adigeler, Sovyetlerin dağılmasından sonra cumhuriyet statüsü kazanmış ve Rusya Federasyonu içerisinde yer almışlardır.TarihAdige, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan Kuzeybatı Kafkasya'nın yerli birçok kabilesi tarafından kullanılan bir isimdir. 14.yüzyılda bunların kuzeyde Kuban ve doğuda Laba nehirleriyle, güneyde Abhazyan kabileleri ve batıda Karadeniz'le çevrili bölgeye yerleşmiş oldukları biliniyordu (yani bugünkü Adige Cumhuriyeti ile Karadeniz arasında kalan bölge). Bu dönemin en güçlü Adige kabilesi Ziçi’ydi ve bu isim bazen bütün grup için de kullanılırdı. Ticaret girişimleri nedeniyle Bizanslılar gibi bazı yabancı güçlerce iyi tanışırlardı. Adigeler bal, mum, hayvan ve kürk gibi şeyler ihraç eder, tuz, tekstil ve silah ithal ederlerdi. Bu dönemde Hıristiyanlığı kabul etmeye başladılar. 13.yüzyılın başlarında Altın Ordu sömürgesi altına girdiler ve Adige kabilelerinin birkaçı doğuya Terek Nehri havzasına doğru göç ettiler.Bu kabileler Alanlara karıştılar ve sonunda Kabardiyan grubunu oluşturdular. Batı'da kalan Adigeler de Çerkez olarak tanınmaya başladılar. Daha sonra bu terim Kafkaslarda yaşayan halkın genel ismi oldu.16.yüzyılın başlarında Osmanlıların ve Kırım hanlarının etkisiyle İslamiyet Adige (yani Çerkes) topraklarına sızmaya başladı. Ancak İslam'ın bölgeye yayılması biraz zaman aldı. Bu nedenle de Adigelerin bir bölümünün İslam'ı kabul süreci ancak 19.yüzyılın başında tamamlandı. 1822'de yapılan bazı kabileler arası bir toplantıda kararların şeriata göre alınması kabul edildi; ancak mahalli adetlerin kuvvetli etkisi nedeniyle başarılı olamadı.Bu dönemde Kuzey Kafkasya'da 500.000-1.000.000 Adige vardı (bu sayı yalnız Adigeler içindir. Kabardeyler ve diğerleri buna dahil değildir). 19.yüzyılın ortalarında bölge Rusya yönetimine girince birçoğu Türkiye'ye göç etti. Yüzyılın sonunda bölgede Adige topluluğunun ancak onda biri kalmıştı.Sovyet döneminin ilk yıllarında iki ayrı Adige bölgesi oluşturuldu: Adige Çerkes Özerk Cumhuriyeti (Temmuz 1922) ve Çerkes Özerk Cumhuriyeti (Ocak 1922). Ağustos 1928'de birinci cumhuriyetin adından "Çerkes" çıkarıldı ve yalnız Adige Özerk Cumhuriyeti oldu. İkinci cumhuriyette Karaçay Özerk Cumhuriyeti ile birleştirilerek Karaçay-Çerkessk Özerk Cumhuriyeti oluşturuldu. Ağustos 1936'da Maykop ve Giagin bölgeleri de katılarak Adige Özerk Cumhuriyeti’nin toprakları artırıldı. 1926 Sovyet nüfus sayımında Adige adı kullanılmamıştır, bunun yerine bütün Adige grupları için (Kabardiyanlar dışında) "Çerkes" adı kullanılmıştır. Adige adı, sonra yeniden kullanılır olmuş. İki sözcük etnik anlamda değil de, bölge anlamında kullanılmıştır. (yani, "Adige" Adige özerk Cumhuriyeti'nde yaşayan Adigeler için, ve "Çerkes" Karaçay-Çerkessk Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan Adigeler için kullanılmıştır).Adige Cumhuriyeti, Kuzey Kafkasya'da Rusya Federasyonu'na bağlı Krasnodar topraklarında bulunmaktadır. Yüzölçümü: 7.600 km2. Başkent: Maykop. Maykop’un iki kasabası ve dört yerleşim bölgesi vardır. Adige Özerk Cumhuriyeti, Sovyetlerin dağılmasından sonra cumhuriyet statüsü kazanmış ve Rusya Federasyonu içerisinde yer almıştır.Nüfus ve YüzölçümüOrtalama nüfus yoğunluğu 404.390 kişidir. Yüzölçümü 53.2/km2’dirBaşlıca Kaynakları Büyük bir doğal gaz rezervi.Sanayi, makine üretimi, konserve yiyecek, kereste. ve diğer hafif sanayi kolları vardır.Tarım: Hububat, tütün, şeker pancarı, ayçiçeği, sebze ve meyveler; hayvancılık, özellikle sığır üretimi, kümes hayvancılığı ve arıcılık.DilUlusal dil Adigece'dir. Kuzeybatı Kafkas dilleri grubundan ve Abhaz-Adige alt grubundandır Kabardiyan-Çerkes ve Abhazyan-Adige dilleri ile yakın ilişkisi vardır. Dört lehçe grubu bulunmaktadır : Abzegh ,Bjedugh, Temirgoy ve Shapsugh (aslında bunlar dört ana kabile grubunu temsil eder) aralarındaki fark fonetiktir. Diğer dillerden alınan sözcükler oldukça fazla fonetik değişikliğe uğramıştır. İdari ve resmi işlemlerde genellikle Rusça kullanılmaktadır ancak teorik olarak gerekirse Adigece'de kullanılabilir. EğitimAdigece eğitimi verilmekle birlikte dersler genellikle Rusça dilinde yapılmaktadır. Maykop'ta bir Pedagoji enstitüsü vardır. Adige dilinde Radyo, Tv ve gazete-dergi yayını yapılmaktadır Okuma-yazma Oranı Adige Cumhuriyeti’nde %99'un üzerinde bir okuma-yazma oranı vardır.1000 kişiden 270'i ilkokul, 435'i lise, 337'si yüksekokul mezunudurAnadilini Adigece olarak kabul eden Adigelerin oranı: Kentlerde: % 86.7 Köylerde: % 99.2 Rusça'yı iyi bilen Adigelerin yüzdesi: Ana dil olarak %4.2, İkinci dil olarak : %76.7DinAdigeler Hıristiyan ve sünnidirler. Sayıları bilinmemektedir..

Osetler Kimdir?

"İberya bölgesinde, Ermeni ve Midyan benzeri giyinen, barışçıl ve çiftçiliğe meyilli bir halk yaşar. Dağlık ülke, bunun aksine, İskit ve Sarmatların ki, onlar da çiftçilikle uğraşmaktadır, komşusu ve akrabası olan, onlarla aynı geleneği paylaşan sıradan insanlar ve savaşçılar tarafından iskan edilmiştir.Herhangi bir ters duruma karşın, kendi içlerinden, İskit ve Sarmatların içinden binlerce savaşçı ortaya çıkarmışlardır."Strabon, eski Yunan tarihçisi ve Coğrafyacısı (MÖ66 - MS24)Genellikle Kafkasya'nın dağlık bölgesinin ortasında yaşayan, yaklaşık 600 bin kişilik küçük bir halk olan Osetler hakkında belki de dünyanın bir çok ülkesinde birbirinden farklı yüzlerce kitap, bilimsel makale yazılmıştır. Dünyanın en önemli tarihçilerinin, dilbilimcilerinin, arkeologların ilgisini Kafkasya'nın dağlık bölgesinde yaşayan bu kadim halka yönelten sebep nedir?Çağdaş Osetleri tanıyabilmek için binlerce yıl geriye; inanılanlara göre diğer kavimdaşlarından soyutlanıp Orta Asya ve Kuzey İran'dan ayrılan, Hint-Avrupa ırkına mensup olan insanların zamanına dönmek gereklidir.Massaget ortak ismiyle bilindikleri bir zaman sürecinde bu insanların bir bölümü savaşçılık ve inatçılıklarıyla öne çıktılar. Daha sonraları, geriye Avrupa kıtasına göç etmeye başladılar ve eski İran dili konuşan bu Massaget halkı görünüşe göre bir çok etnik dala ayrıldı, en belirgin olarak Yazuglar, Sarmatlar, Roxolanlar (ya da Ruslanlar), Aorsler, Alanlar, Saklar ya da söylenegelen üzere Sarmat kabilelerine ayrıldı. Genellikle farklılıklar sadece geleneksel ve "Alanorslar" gibi adlarda. Dilleri diğer kavimlerce de konuşulan, akraba İskit kabilelerinin öncüllüğünde Avrupa'ya yayıldılar. Ünlü eski yazar Joseph Flavious, örneğin Alanları, İskitlerin Tanais (don) Nehri ve Azov Denizi etrafında yaşayan bölümü olarak tanımlar. Diğer eski tarihsel kaynaklar, şu ana kadar Pro-Hazar Massagetlerini "İskit Kavmi" olarak kabul eder. Bazı araştırmacılar ise Sarmat kabilelerinin MÖ 6-4. yüzyıllar arasında Kuzey Pro-Hazar ve Pro-Ural bölgelerinde ortaya çıktığına inanırlar.Avrupa kıtasının geniş güneydoğu bölgesi boyunca yapılan göç sonucunda, birbirleriyle kurdukları kavimsel birliktelikler sayesinde Sarmatlar yüzyıllar boyunca dünyanın bu bölgesindeki dominant etnik unsur olmuşlardır. Örneğin Aorslarların Çar'ı ihtiyaç halinde 200 bin kişilik süvari birliği toplayabilmekteydi.Modern Osetlerin şu an yaşadığı bölge olan Kuzey Kafkasya ve neredeyse tüm Transkafkasya'ya ilk yerleşimleri İskitler tarafından yaklaşık olarak MÖ 7. Yüzyıllarda gerçekleşti. İskit malzeme kültürü eserleri Güney Osetya'da ve Gürcistan'ın merkezi bölgelerinde bulundu. Kuban kültürünün yerli kabilelerini asimle ederek, bundan 3500 yıl önce orta Kafkasya'da ortaya çıktılar. Bu kültürün, zamanının halkları arasındaki çok gelişmişliğinin ispatı olarak bugüne kadar korunmuş olan tunç ve demir silahlar, aletler, mücevherat ve çömlekler gösterilebilir. Bunlar yalnız Validkavkaz, Nalçik, Grosni'deki Kafkasya müzelerinde değil, Rusya Federasyonu'nun en iyi müzeleri olan - Devlet Zaviyesi, Devlet Tarih Müzesi'nde sergilendiği gibi; Berlin, Viyana, Lyon ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de ziyaretçilerin beğenisine sunulmaktadır.İskitlerin, eski Kuban kültürüyle karışması, bugünkü Oset halkının oluşmasında önemli bir platform görevi görmüştür. 2500 yıl önce İskitleri izleyerek Kafkasya'ya gelen Alan-Sarmat kabileleri bu bölgede kendilerine çok yakın buldukları İrani dil konuşan halklarla karşılaştılar. (Eski Yunan tarihçisi Heredot, kendisinden "Tarihin Babası" olarak bahsedilir, Alanları bazen İskitlerden ayırmanın zor olduğundan bahsediyor ve Starbonla Procopius Cesaerian, Alanların bozuk bir İskitçe kullandıklarına işaret ediyor.)MS 5-6. yüzyıllarda, Alanlar daha önceleri baskınlar düzenledikler Transkafkasya'ya nüfuz ettiler ve kabul edilen bazı eski kaynaklara göre ("Ermeni Coğrafyası" gibi, MS 7.yy ) tamamına yerleştiler. Transkafkasya'nın Alanik-Sarmat nüfusu, Hun akınları süresince yeniden oluştu. 10-12. yüzyıllarda Osetlerin Alanya Feodal Devleti eski dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmaya başladı. Sonuç olarak üstün Tatar-Moğol kuvvetlerinin yıkıcı istilaları nedeniyle yıkıldı. Tesadüftür ki, güçlü Alanlar, pratikte Moğolların açık savaşta tek seferde yenemedikleri ilk halk olmuşlardır. Hatta Moğollar, Alanların ana müttefiklerin olan Kıpçaklara rüşvet vererek onlara ihanet etmelerini sağlamak zorunda kalmışlardır. Alanların bir kalesi, tahminen Magas şehrinde, Moğollar tarafından 12 yıl kuşatma altında tutulmuştur. (Aynı şey Plano Carpini ve eski Arap tarihçisi Ebul Fada tarafından da teyit edilmiştir.)Peki Modern Osetleri onların efsanevi İskit ve Alan soylarına bağlayan şey nedir? Her toplumun ruhu, onun dilidir. Günümüzde Osetler, Digoron diyalektiğinde en az değişim gösteren İskit dilini konuşuyorlar. Büyük Sovyet Ansiklopedisi'nde ( 3.baskı) bu konu hakkındaki makalede şöyle diyor: "İskit-Sarmat diyalektlerinin neslinden olan bir dil de; Kafkasya'daki Osetlerin dilidir."Dilin dışında Osetler, özellikle ocak zincirinin dokunulmazlık ve kutsallığı gibi bir çok İskit gelenek ve göreneklerini korumuşlardır. İskit-Sarmat mirası, milli karakter özellikleri ve dış görünüş açısından da Osetlerin varisliğindedir. Osetler, açıkça bir Hint-Avrupa halkıdır, pek azı kumral-sarı veya kestane rengi saçlara, gri ya da mavi gözlere sahiptir. Aynı özellikler bilindiği üzere pek çok Sarmat'ın doğuştan sahip oldukları niteliklerdir. Osetlerin milli karakterlerinden bahsedersek, şüphesiz biri bunun iki tane olduğunu söyleyecektir, en karakteristik tarafları olarak; müthiş misafirperverlikleri ve güçlükler karşısındaki kararlılıklarıdır.Günümüzde Osetler, modern bir halktır ve bazı açılardan göze çarpan durumları söz konusudur. Yaklaşık 190 Oset, ihtilal öncesi Rusya'sının en üstün askeri payesi olan "St.George Haçı"na sahiptir ki, bazıları birden fazla sayıda...Rus Çarlığı’nda ve Sovyet Ordusu’nda 70 general ve amirale sahip oldukları bilinmektedir. 600 binden daha az bir nüfusa sahip olmalarına rağmen, bir çok spor dalında 30 Dünya Şampiyonu çıkarmış ve bunlardan bazıları Avrupa Şampiyona ve turnuvalarında altın madalya kazanmıştır. Kuzey Osetya'nın futbol takımı "Alania" 1995'te Rusya Federasyonu Şampiyonu oldu ve toplamda iki kere Rusya'nın en iyisi unvanını elde ettiler. Osetler, eğitimli bir toplum olarak bilinmektedir. Kuzey Alanya Cumhuriyeti Rusya Federasyonu içerisinde halkın eğitim düzeyi açısından en iyi on bölgeden biri olarak değerlendirilmektedir. Kuzey Osetya'daki öğrenci yüzdesi, Almanya, İngiltere gibi çok gelişmiş ülkelerdeki oranlardan kat be kat yüksektir. Bir çok Oset, bağımsız devletler topluluğu ülkelerinde yaşamakta ve bir çok firmada üst düzey yönetici olarak görev yapmaktadır. Orkestra kondüktörü Valery Gergiev, ismi dünyanın en iyi orkestra şefleri arasında geçer, şair Kosta Khetagurov, balet dansçı Svetlana Adyrkheva, isimleri anayurtlarının sınırlarından taşan ünlü şahsiyetlerden bir kaçıdır.

Abhazya'da Özel Günler

1/2 Ocak - Yeni Yıl
7 Ocak - Noel (Ortodokslarda)
14 Ocak - Azh'yrnykhua (Barış Günü)
8 Mart - Kadınlar Günü
9 Mayıs - Zafer Günü
23 Mayıs - Aziz Simon Günü
31 Mayıs - Sürgün Günü
30 Eylül - Abhazyanın Bağımsızlığı
11 Ekim - Abhazya Silahlı Kuvvetler Günü
26 Kasım - Abhazyanın Kuruluşu
14 Aralık - Abhazya-Gürcistan savaşında ölen çocukları anma günü.
23 Temmuz - Abhaz Bayrağı Günü
14 Ağustos - Şehitler Günü

18 Ekim 2009 Pazar

ADIGEY OZERK CUMHURIYETİ

Adıge Cumhuriyeti (Rusça: Респу́блика Адыге́я; Adıgece: Адыгэ Республик), Rusya Federasyonu’nun federe cumhuriytelerinden biridir. Kafkas Dağlarının kuzeyinde, Krasnodar Kray sınırları içinde yer alır. Cumhuriyetin translitarasyon olarak adı Respublika Adigeyadır. Cumhuriyet, Adigeya olarak da bilinir. Adıge Cumhuriyeti adını, günümüzde nüfusu cumhuriyette azınlık haline gelmiş olan (% 24.2) Adigelerden alır. Başkenti Maykop'tur (2006'da 167.900).Yüzölçümü 7.600 km.kare (Krasnodar Barajı ile birlikte 7.800 km.kare),nüfusu 447.109 (2002).Nüfus yoğunluğu km.kare başına




Yönetimi Rusya Fedarasyonu üyesi Adıgey Cumhuriyeti'nde (AC),Adıge ve Rus dilli nüfusun siyasal temsil eşitliği ilkesine (paritet) dayanan yarı parlamenter bir sistem yürürlüktedir.Yasama organı olan AC Devlet Parlamentosu-Khase (Хасэ) iki kanatlı ve toplam 54 üyelidir:Khase,9 rayonun her birinin üçer üye ile temsil edildiği ve daha çok Adıgece konuşan üyelerin seçildiği 27 üyeli bir (üst) kanat;rayonların nüfuslarına göre temsil edildiği ve daha çok Rusça konuşan üyelerden oluşan 27 üyeli ikinci bir kanattan oluşur (Alt kanat ya da temsiciler meclisi). Böylece çoğunluktaki Rus ve azınlıktaki Adıge nüfusun siyasal temsil eşitliği (paritet) sağlanır. Adige Cumhuriyeti Devlet Başkanı 5 yıl görevde kalır,daha önce seçilmek için Adıge ve Rus dillerini birlikte bilme koşulu aranırken,daha sonra,Adige Cumhuriyeti Anayasası'nda yapılan bir değişiklikle, Rusça bilmek yeterli sayılmıştır.Sonra Rusya Fedarasyonu'nda yapılan yeni bir yasal değişiklikle,RF Devlet Başkanına,bir prosedüre göre devlet başkanını atama yetkisi verilmiştir.Nitekim Aslan Carım ve Hazret Sovmen seçimle iş başına gelmişlerdir.Ama 13 Ocak 2007 'de görev süresi sona eren Hazret Sovmen'in yerine,Aslançerıy Thak'uşın (Тхьак1ущынэ Аслъанчэрый;A.Thakuşinov,d.1947,Vılap köyü,Krasnogvardeysk rayonu,AC)RF Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından atanmış ve bu atama kararı 13.12.2006'da AC Devlet Parlamentosu-Khase tarafından da onanarak,13.01.2007 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girmiş ve böylece Maykop Devlet Teknoloji Üniversitesi rektörlüğünden gelen Prof.Dr.A.Thak'uşın, Adigey Cumhuriyeti 'nin atanmış Devlet Başkanı olarak göreve başlamıştır. Bakanlar Kurulu, Parlamento (Khase) dışından Devlet Başkanı tarafından atanmakta ve görevden alınabilmektedir.Atamanın yürürlüğe girmesi için Khase onayı da zorunludur.Başbakan Vladimir Samojenkov başkanlığında yeni Bakanlar Kurulu oluşturulmuştur ('Adıge maq' gazetesi (internet),18.01.2007). Yerel idari birimler ve belediye kuruluşları da Başkan'a ve Khase'ye,görev alanları dahilinde bağlıdır.Yargı,yüksek (Adalet Divanı) ve alt kademe mahkemelerden oluşur (bk.Adıgey Cumhuriyeti Yasaları,"AC Anayasası",Ankara,2000). İdari bölümler Adıgey, iki kentsel alan, yani Maykop (Adıgece :Mıyequape/Мыекъуапэ)(167.900) ve Adıgeysk (12.209) kentsel belediye yönetimiyle, yedi rayon (ilçe) birimine ayrılır Adıge köyleri de bulunan Tahtamukay (Texhutemıquay 65.674 nüfus), Tevçejsk (Teuçoj,19.951nüfus), Krasnogvardeysk (31.536), Şogenovski (Şeudjen,16.388) ve Koşehablski (Koşhabl,31.296) ile,ağırlıklı Rus nüfuslu Giaginski (Djedje,33.458) ve Maykopski (Mıyequape,58.485) rayonları. Kentsel alan ve rayonlar,kendi içinde "okrug" (bucak) denilen daha küçük idari birimlere ayrılır.Bütün bunların yerel meclis ve yürütme komiteleri (idare) bulunur

Rus Çerkes Savaşı ve Çerkes Soykırımına Dair Raporlar ve Tanıklıklar

Rus Çerkes Savaşı ve Çerkes Soykırımına Dair Raporlar ve Tanıklıklar Çar I.Petro (1722) : “Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız...”Rus General Tsitsianov (1804): “ Kanım kazanda gibi kaynıyor, asilerin kanıyla topraklarınızı sulamak arzusuyla bütün organlarım sarsılıyor... Size diyorum ki benim süngü, gülle ve kan nehri metodumla topraklarınızda akan nehirlerin suyu bulanık akmayacak, ailelerinizin kanıyla boyanmış olarak kıpkırmızı akacak.”Grand Dük Michael: “ Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.” Prens Baryatinski (Çar Naibi): “Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu.”Kafkasya Orduları Kurmay Başkanı Milyutin: “..Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim...” M.İ. Benyukov: (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan): “Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokimov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı.” Kont Yevdokimov’un Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıdan: “Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz...” (Devlet Tarih Arşivinden)Rus Tarihçi Sulujiyen: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”Rus Tarihçi Zaharyan: “Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi...”Rus Tarihçi Y.D. Felisin: “Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü." Kont Lev Tolstoy: “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...”Muhaliflerden N.N. Rayevski:” Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın...” Çar II. Alexander’nin Kont Yevdokimov’a kutlama mesajında : “Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz...” Jan Karol: “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...”Hakhurat Ş.Y.- Liçkov L.S. “Adıgeya isimli kitaplarında: “Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler...”Grand Dük Michael: Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız.”Y. Abramov Kafkas Dağlıları kitabında: “O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”Rus İ. Dzarov : “ Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır.”Rus St.Petersburg Gazetesi: “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...”Prens Mihail''in Yevdokimov''a mektubu (1863):“ Abzehlerin itaat ettiğini, Ubıhların yenildiğini bildiren raporunuza çok sevindim... Kafkaslar''ın kuzey yamacına cesur birlikleriniz boyun eğdirdi. Güneybatı yamacınında bize düşman vahşi halktan temizleneceği, şimdiye kadar girilemeyen Karadeniz''in doğu kıyısının da Rus nüfus yerleştirilerek gerçekten Rus olacağı zaman yakındır. Ümit ediyorum ki, bu an yakında gelecek ve itaat etmiş bütün Batı Kafkasya''yı imparatorun ayakları dibine sereceğiz.”Dekabrist Lorer: ‘’Zass, karargahının yakınında, özel olarak yapılmış küçük bir tepenin üzerine, mızraklara geçirilmiş, sakalları rüzgarda uçuşan Çerkes kafaları dizmişti. Bu iğrenç tabloyu seyretmek üzüntü vericiydi… Bir gün Zass, davetlisi bir hanımın ricası üzerine düşman kafalarını kaldırmayı kabul etti. Bizde o sırada misafiriydik. Generalin çalışma odasına girdiğimizde dayanılmaz, iğrenç bir kokuyla sarsıldım. Zass gülerek, yatağın altında kafaların konduğu sandıkların bulunduğunu söyleyerek şaşkınlığımızı giderdi ve camlaşmış gözleriyle korkunç şekilde bize bakan birkaç kafanın bulunduğu kocaman bir sandığı çekip çıkardı. ‘’ Onları neden burada tutuyorsunuz’’? diye sordum. ‘’ Onları kaynatıyorum, temizliyorum ve anatomi çalışmaları için Berlin’deki profesör dostlarıma gönderiyorum’’ diye karşılık verdi.Rus Kazak kadınları Çerkeslerle yapılan savaşlardan sonra savaş alanında dolaşarak Alman asıllı General Zass’ın iyi para ödediği Çerkes kafalarını kesiyorlardı. Zass, bu vahşi uygulamadan vazgeçmesi için üst makamları tarafından uyarılana kadar birçok kafayı kaynatıp temizledi ve Berlin’e gönderdi. Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar Gazeteleri: “Ruslar, Kafkasya’nın tamamını yerle bir ettiler. Köyleri ateşe verdiler. Savaştan sonra da yerli halkları vatanlarından sürüyorlar, onlar da terkediyorlar...”Fransız Gazeteci A. Fonvill: “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.”Polonyalı Albay Teophil Lapinsky: “Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. Barozzi’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir ''''İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar.”Rus Araştırmacı A.P.Berge: “ Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Adige tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”İngiliz Elçi Lord Napiyer: “Çerkeslerden boşaltılan yerlere derhal Slavlar veya başka Hıristiyanlar yerleştiriliyorlar.”İngiliz Konsolos Gifford Palgrave: “17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici...”İngiliz Konsolos R.H.Lang: “Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır.” İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması : “İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış, İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz...”Lord Palmerston 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken şunları der: ”Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”Pinson: “Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır...” A.P. Berje: Novorosisk limanında 17.000 Çerkes’in çektiği eziyeti ve başlarına gelen afetleri hayatım boyunca unutmayacağım. Kış aylarına rastlayan bu dönemde onca insan burada bir aydan fazla bekletildiler. İnsan kalbine kılıç gibi saplanan bir çok olaya şahitlik ettim. Ruslar Çerkesler’e hayvanlara bile yapılmayacak şeyler yaptılar. Şu gördüğüm olayları kağıda gözyaşım damlamadan nasıl yazacağım?Shutsejuko Tseyko’nun Çar II. Alexander’a cevabı: ( Çar II. Alexander, 1861’de Kafkasya’ya gelmiş. Çerkesler’e kayıtsız şartsız itaat etme ve dağlık bölgelerden inip bataklık düzlüklere yerleşme şartını koşmuştu.)’’Belki Kafkasya Rus olacak ama Çerkesler damarlarında kan aktıkça Rus Çarının kölesi olmayacaklar, sağken vatanımızı teslim etmeyeceğiz. Ölüm köle hayatından iyidir. Atalarımızın savaşçı şanına leke sürdürmeyeceğiz; ''''Ye tl’ın Ye tl’en - Ya kahraman ol ya öl.'''' Kaynaklar: Nart Dergisi , Çerkes Sürgünü: 21 Mayıs 1864, Sayı 24 - Mayıs, Haziran, 2001 Dumanish Avledin: Çerkes Kültürü Üzerine Etüd, Kayseri Kafkas Derneği Atlas Dergisi, Çerkesler, Kafkasya''daki Çerkesya, Anadolu''daki Kafkasya, Sayı 120 - Mart, 2003

Kafkasya Neresidir?


Kafkasya denildiğinde, Karadeniz ile Azak Denizinin doğu kemsini ayıran Anapa yarımadasından başlayarak hazar denizi kıyısındaki Apşeron yarımadasına ulaşan Büyük Kafkas dağları ve bu dağların iki yanında uzanan topraklar kastedilir. Kafkas dağlarının ikiye ayırdığı Kafkasya’nın güneyinde Gürcistan ve Azerbaycan ülkeleri yer alır. Bu bölgeye çeşitli kaynaklarda Traskafkasya da denilmektedir. Kuzey de yer alan ve Rusya’nın hakimiyeti altında bulunan Kuzey Kafkasya olarak bilinen bölgede ise Adigey , Abhazya , Karaçay-Çerkes , Kabardey-Balkar , Kuzey Osetya , Güney Osetya , İnguşetya, Dağıstan ve halen bağımsızlığını kazanmak için savaş veren Çeçenya ülkeleri bulunur. Genellikle dağlık bir bölge olan Kafkasya, topografik açıdan çok farklı özelliklere sahiptir. Bölgeyi kuzey batıdan güney doğuya doğru uzanarak ikiye bölen Kafkas dağları yaklaşık 1200 km uzunluğunda ve 110-180 km genişliğindedir. Kafkaslar üzerinde en yüksek zirveler Elbruz (5642m) ve Kazbek (5033m) dağlarıdır. Büyük Kafkas dağlarını her iki tarafa bağlayan en önemli iki geçit Daryal ve Derbent’tir. Tarih boyunca büyük öne taşımış olan Daryal geçidi Kazbek dağının eteklerinden kuzeye akan Terek nehrini takip ederek kuzeye ulaşırken, Derbent geçidi daha doğuda Hazar kıyısında yer alır


UZUNYAYLA ÜZERİNE

Uzunyayla Kafkas kökenli 66 köyün yaşadığı bir platonun,bir coğrafi bölgenin adıdır. Kışları soğuk,yazları kurak ve toprakları verimsiz bir bölgedir. 50 yıl öncesine kadar bölge sakinleri kendi kendilerine yetecek kadar bir yaşam sürmektelerdi.Uzunyayla'da geçim kaynağı genel olarak atçılık ve hayvancılığa dayalı idi. En iyi koşu atları bu bölgede yetiştirilirdi. Türk Ordusunda atın binek ve koşum hayvanı olarak kullanıldığı yıllarda,at ihtiyacının önemli bir bölümünü Uzunyayla karşılamıştır.Böylece atçılık bölgeye önemli bir ekonomik katkı sağlamıştır. Esasen Uzunyayla iklim ve toprak yapısı itibariyle hayvancılığa elverişlidir. Ancak 1950-1954 yıllarında Marchal yardımı ile kredili traktör satışları başlayınca pek çok aile bu traktörlerden temin ederek tabir yerinde ise yeri göğü sürdüler ve mera bırakmadılar. Fakat bunun karşılığında verimde alamadılar. Bugün geriye dönüp o verimsiz toprakları tekrar mera haline getirmek uzun yılları ve yoğun çalışmayı gerekmektedir. Şimdilerde bölge insanlarının aldıkları bu tecrübelerden dolayı hayvancılığa dönüş başlamıştır. Uzunyayla şenlikleri kapsamında yapılan tarım ve hayvancılıkla ilgili panellerde bu işler uğraşanların daha da bilinçlenmesini sağlamıştır. 1946 yıllarından bu yana Uzunyayla'ya ekonomik anlamda hiç bir yatırım yapılmamıştır. Bu zor yaşam şartları bölge nüfusunun önemli oranda azalmasına neden olmuştur.1950 yılında Pınarbaşı'na bağlı 55 köyün nüfusu 43.800, 1990 yılında 19.600 iken, 1997 sayımlarına göre nüfus 16.000'e düşmüştür. Özellikle İstanbul ve Kayseri'ye yoğun bir göç gerçekleşmiştir. Bu durum bölgeyi olumsuz etkilemektedir. Köylerin boşalmasının ikinci önemli nedeni eğitim sorunudur. Geçmiş yıllarda Uzunyayla'lı ailelerin pek çoğu mutlaka çocuklarından birini okutmuşlardır. Onlarda küçük kardeşlerine ve ailelerine sahip çıkmışlardır. Bu nedenledir ki Uzunyayla'da okumuş oranı Türkiye'deki genel seviyenin çok üzerindedir. Ancak bugün 55 köyden 50'sinin öğrenci yetersizliği nedeniyle okulları kapalıdır. Bu köydeki çocuklar taşıma usulü ile bu 5 köye taşınarak eğitimlerinin devamı sağlanmaya çalışılmaktadır. Fakat iklim ve yol şartları nedeniyle çocuklar çoğu günlerde okullarına gidememekte,gidebilenler ise okulların fiziki yetersizliği ve öğretmen yokluğu nedeniyle yeterli kalitede eğitim alamamaktadırlar. Hele temel eğitim 8 yıla çıktıktan sonra bu sorun daha ciddi ve vahim bir hal almıştır. Bu konunun tek çözüm yolu ise bölgede kaliteli ve sürekli eğitim verebilecek ''Bölge Yatılı Okulları'' açmaktır. Bu konuda Kayseri Kafkas Derneği şubesi Maliye ve Milli Eğitim Bakanlıklarıyla çeşitli görüşmeler yapmıştır, dileğimiz bu görüşmelerin bizim açımızdan olumlu sonuçlanmasıdır.. Toplumuzda kültürel asimilasyon çok hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Kırsal kesimden kente hızlı göç, gençlerin dillerini öğrenememeleri ve dolayısıyla kültürlerinin kaybolmasına neden olmaktadır.. Nitekim, Uzunyayla'da doğan ve çocukluğunu köyde geçiren 40 yaşın üzerindeki herkes dilini bilmektedir.20-40 yaş arasındakilerden de dillerini bilen %50 kadardır.Ancak 20 yaşın altındaki gençlerin sadece %20'si dillerini konuşabilmektedir. Buna rağmen Ata vatan dahil bütün Dünya'da dilini en doğru konuşabilen ve törelerini (Xabze) uygulayabilenlerin Uzunyayla'lılar olduğu düşüncesi hakimdir.. Bu görüş yalnız bizim değil 1995 yılında Profesör Duman HASAN başkanlığında Nalçik'tan gelen 13 kişilik araştırma heyeti ile Profesör Zafes AYTEMİRKAN başkanlığında Maykop'tan gelen 4 kişilik araştırma heyetinin de müşterek kanaatidir. Bize düşen en önemli görevlerden biride bu değerleri korumak için çalışmak, çok çalışmaktır. Kendi egosu içinde boğularak çevresindeki ve Dünya'daki gelişmeleri takip edemeyenler,başkalarını yıpratarak kendilerinin yüceldiğini zannedenler için yukarıda yazılanlar bir anlam ifade etmeyebilir.Ancak geçmişine saygı duyanların gelecekleri için endişeli olmaları doğaldır... Kültürümüzü korumanın iki yolu var. Ya Anavatana göç yada yaşadığımız yerde kültürümüzü en iyi şekilde korumak.Herkesin göçmesi mümkün olmadığına göre kültürümüze daha fazla sarılmazsak yok olma ihtimaliyle karşılaşmak içten bile değildir. Bunlarla ilgili olarak bilim adamlarımıza, yazarlarımıza, düşünürlerimize taban olacak araştırma, inceleme ve derlemelerinde gerekli özveriyi göstermeliyiz. Kültürümüzün bize yüklediği evrensel düşünce davranışı, beceri ve sezi gücünün kaynağını korumada yardımcı olmalıyız. (Uzunyayla Festivali Kitapçığından)

Kafkas Dil Grupları ve Halkları

Kafkasya’nın yerli (otokhtan) Halkları genel olarak konuştukları dil yönünden üç ana grup halinde incelenmektedir. Buna göre; I. Grup / Kuzeybatı Kafkasya halklarıdır ve üç ana gruba ayrılır. 1.ADİGELER: Kuzey çerkesleri olarak ta adlandırılan bu gruplar dil bakımından birbirlerini anlayabilirler. Adigeler kendi aralarında iki ana grup halinde incelenir. a)Abzah, Hatukuay, Kemirguvey(Temirgoy - Çemguy), Adamey, Bjedug (Yegerkhoy-Kiray), Mahuş(:Makhoş), Şhapsıg, Natukhaç ve Janelerdir. b)Kabardey ve Besleneyler(:Besniy): En kalabalık Çerkes kabilesi olan Kabardeyler, Büyük ve Küçük Kabardeyler olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Büyük Kabardeyler Nalçik ve çevresinde, Küçük Kabardeyler ise Mozdok (Mezdegü) çevresinde otururlar. Kabardeylerin bir kolu olarak kabul edilen Besleneyler ise batı komşularıdır. 2.UBIHLAR (:Ubuh-Vubıh- Ubukh): Kafkasyada Abhaz ve Adigeler arasında yaşayan bu topluluklar dil bakımından ölü diller arasına girmiştir. Tamamı 1864'de göç etmiş olduğundan Kafkasya'da hiç Ubuh kalmamıştır. Diasporada yaşayan Ubıh kökenli aileler ise komşuları olan Abzahların dilini benimsemişlerdir. 3.ABHAZLAR- ABAZALAR : Kuzeyde Çerkes topluluklarına komşu olan Abazalar (Abazin-Aşuva) ile Karadeniz kıyılarında oturan Abhazlar (Apsuvalar) aynı kökten çıkan iki grup halinde birbirlerinden Kafkas Dağları ile ayrılmışlardır. Karadeniz kıyı kesiminde oturan ana Abhaz kitlesi ile kuzeyde Kabardeylere yakın olarak oturan Abazaların şivelerinde farklılıklar ortaya çıkmış ise de zorluk çekmeden anlaşabilirler. Abhazlar tarih boyunca Gürcüler'le yakın ilişkiler içerisinde olmuşlar, hatta onların tesiriyle büyük çoğunlukla Hıristiyanlık benimsenmiştir. II. Grup / Orta ve Kuzeydoğu Kafkasya halklarıdır ve iki ana gruba ayrılır. 1.VAYNAHLAR: Kafkasya'nın stratejik önemi en büyük noktalarından birinde yaşayan dağlı Vaynah toplulukları genel olarak birbirlerinden lehçe farklılıkları ile ayrılan üç ana gruba ayrılır. a.ÇEÇENLER (Nohçi-Nohçoylar) Vaynahların ana kitlesini meydana getirirler. b.İNGUŞLAR (Galgaylar) İnguşlar ikinci büyük Vaynah grubudur ve Asa ile Sunja ırmakları arasında ve Terek Nehri'ne doğru kuzeye yayılırlar. c.KİSTLER (Batslar,Tuşhlar) Gürcüstanın Çeçen sınırında Tuşa ve Alazan ırmaklarının kaynaklarında ve Pankisi vadisinde oturan bu küçük grup daha çok Gürcü unsurları ile etkileşim halindedir. 2. DAĞISTAN HALKLARI: Kafkasyanın en çeşitli topluluklarının yaşadığı bölge olan Dağıstan’da Kafkas Dil grubundan olan 4 ana grup yaşamaktadır. Kafkasya'nın yerlisi olan bu halklar (Avarlar, Lezgiler, Laklar ve Darginler) daha çok dağlık bölgelerde yaşarlar. a)AVARLAR (MAARULALAR): Lezgilerden sonra Dağıstan'ın en kalabalık kabilesı Avarlar'dır. Kendi aralarında ise en kalabalık grubu esas Avarlar meydana getirirler. Dil yönünden üç gruba ayrılırlar; ı.Avar (Maarulal), ıı..Andi (Bottlih, Godoberi, Karatin, Bagvalal, Çamalal, Tindi ve Açvaçiş gibi alt gruplara ayrılırlar) ııı.Dido (Hinuk, Çvarşin ve Kapuçinler gibi alt gruplara ayrılırlar) b)LEZGİLER. Dağıstan'ın güney-doğusunda yaşarlar Samur Nehri'nin orta ve yukarı mecralarında ve Şamahı yöresine kadar uzanan alanda yayılmışlardır. Doğu ve güney-doğuda Azeriler ile karışmışlardır bu nedenle Türkçe Lezgiler arasında geniş ölçüde yayılmıştır. Rutul, Kütin, Agul, Budukh, Dzekh, Tabasaran, Tsakhur, Udi ve Khinalug gibi alt kollara ayrılırlar. Kürinler ve Tabasaranlar en kalabalık gruplardırlar. c)LAKLAR (Gazi Kumuklar) Orta Dağıstanda yaşarlar. d)DARGİNLER. Lezgi diline yakın bir dil konuşan Darginler bu nedenle Lezgi kabileleri arasında da sayılırlar. Akuşa, Sutkur, Sırhal, Urkarak, Horakan, Kaytak (Haydak) ve Kubaçi gibi gruplara ayrılırlar. Dağıstan’daki dağlı kabilelerin aralarında bulunan doğal engeller (dağlar, tepeler, derin vadiler vs.) Batı Kafkasya’daki kadar olmasa da buradaki toplumlar arasında da çeşitli dil farklılıkları doğurmuştur. III. Grup / Güney-Batı Kafkasya halklarıdır ve dört ana gruba ayrılır. 1.GÜRCÜLER Çoruh Vadisi'nden doğuda Alazan Irmağı ve Zakatali Mıntıkası'na kadar, kuzeyde Kafkas Dağları'nın güney eteklerinden güneyde Gümrü-Elizavetpol hattında kadar uzanan geniş bölgede yaşarlar. Kuzeyden Abhazlar, Svanlar, Ossetler, Çeçenler ve Lezgilerle komşudurlar. Güney-doğuda ise Azerilerle sınırları aşağı yukarı Nuha yakınlarından geçer. Güneylerinde Ermeniler bulunur. Dil bakımından "Güney-Batı Kafkasya Dilleri Grubu"Gürcüce çeşitli gruplara ayrılır. a-Asıl Gürcüler: Tiflis çevresinden ibaret olan Kartli ile doğusunda bulunan Kakheti'de otururlar. Zakatali civarında oturan İnguiller'de bu gruba dahil edilirler. b-İmeretler: Riyon ile Yukarı Kura ırmakları arasında otururlar. c-Gurienliler: Kutais yakınında yaşarlar. d-Acaralar: Batum civarında yaşarlar. e-Pşavlar: Tiflis'in kuzey doğusunda otururlar, f-Kevsurlar Kazbek doğusunda dağlık bölgelerde Tuşlarla komşu olarak yaşarlar. Tuşlar gibi dillerinde Çeçen, Oset etkileri bulunan küçük bir halktır. 2.MEGRELLER İngur ve Riyon Irmakları arasında oturan Bu halk asıl Gürcülerle birlikte bölgedeki en kalabalık toplumlardan birisidir. 3.LAZLAR Çoruh Vadisi'nde oturan Lazlar tamamen Müslümanlığı kabul etmiş bir halktır. 4.SWANLAR Elbruz Dağı'nın güney eteklerinde Gürcüstanın dağlık bölgelerinde yaşayan Swanlar, Gürcüce'ye bağlı ama farklılıkları olan bir dil kullanırlar vardır. DİĞER KAFKAS HALKLARI; Kafkasya’da yerli (otokhtan) Halkları dışında tasnif edilen ama en az yerli halklar kadar artık Kafkasyalı olan başka toplumlarda yaşamaktadırlar. Kültürel açıdan yerli halklarla aynı özeliklere sahip bu topluluklar genel olarak konuştukları dil yönünden ayrı bir grup olarak tasnif edilirler. A.İrani Dil Konuşan Kafkas Toplumları: 1 .OSETLER (ASETİNLER) Aslen Alanlardan geldikleri kabul edilen bu toplum dil açısından Kafkas dillerinin etkileri altında önemli değişiklikler geçirmesine karşılık İran diline çok yakın bir dil kullanırlar. Kafkasya'da Daryal Geçidi'nin güney ağzında otururlar. Doğularında Çeçenler, kuzeylerinde İnguşlar ve Kabartaylar, batılarında Gürcüler bulunur. Güneyden de yine Gürcülerle komşudurlar. Onlara diğer Kafkas halkları Kuşha, kendileri ise Iron derler. Daryal Geçidi'nden başka Liakkva ve Ksa vadilerinde, güneyde Kura'ya doğru Uruk, Fiag-Don ve Ardon ile Yukarı Terek boylarında da yaşarlar. Yine bir ayrı grupları da Yukarı Kura'nın sağ kıyısı ile Trialet Dağı'nda ve Borjom'un doğusunda otururlar. Osetinler başlıca iki gruba ayrılırlar; 1- İron, 2- Digor. Osetlerin çoğunluğu Hıristiyan olduğu için ne Rusya'ya karşı olan mücadeleye, ne de göç hareketine etkili bir şekilde katılmamışlardır. Yalnız sayıca çok az sayıda Müslüman olanları aslen Oset olan General Musa Kundukhov öncülüğünde Çeçenlerle birlikte göçe katılmışlardır. 2.TATLAR (PADARLAR) Safeviler tarafından Kafkasyada Bakü, Kuba, Şamahı, Derbent ve Zakatali mıntıkalarında yerleştirilmiş olan İranlılardır. Pehlevi Dili'ni konuşurlar. B. Türk Dili Konuşan Kafkas Toplumları: 1. KARAÇAY-BALKARLAR (MALKARLAR) Kaynakları hakkında çeşitli görüşler ileri sürülen Karaçayların genel olarak, Kafkasya’da belirli dönemlerde bulunmuş olan Hazar, Bulgar ve Kıpçak gibi Eski Türk topluluklarının bir devamı olduğu kabul edilmektedir. Ancak Alanlarla tıpkı Osetler gibi ortak kültürel özelliklere sahip olmaları bu konuda kesin bir hüküm verilmesine de engel olmaktadır. Kıpçak Türkçesinden geldiği bilinen bir dil kullanırlar. Karaçay ve Balkar (Malkar) olarak iki grup halinde anılmalarına rağmen gerçekte tek bir halktırlar. XIII.-XV.yüzyıllar arasında Kabartayların doğuya doğru yayılmalarına kadar Kuban, Terek ve Kuma nehirlerinin orta ve yukarı mecralarında ve onlara katılan akarsuların boylarında geniş bir sahada yaşadıkları bilinen Karaçaylar daha sonraları Kafkas Dağları'nın zirvelerine doğru çekilerek Elbruz Tepesi'nin etrafındaki sarp ve yüksek bölgelere yerleşmişlerdir. Çevrelerinin genel olarak Çerkes-Abaza kabileleri tarafından çevrili olmasından dolayı, kültürel açıdan komşu kabilelerle aynı özelliklere sahiptirler. 2. KUMUKLAR Kuzeyde Terek Nehri'ne kadar, güneyde de Makhaçkale'nin güneyine kadar uzanan alçak arazide otururlar. Genel olarak Dağıstan'ın kuzey-doğu ve doğusundaki Hazar Denizi'ne kadar uzanan düzlüklerde yaşarlar. Kafkasya'ya ne zaman ve nasıl geldikleri kesin olarak bilinmemektedir. Onları Hazarlara, Kimaklara, Gazi-Kumuklara ve hatta Karaçay-Balkarlara bağlayanlar bulunmaktadır. Ayrıca Hazar Denizi kıyılarında oturdukları ve kıyıdaki "kum"dan kaynaklanan "Kumuk" ismini aldıklarını ileri sürenler dahi vardır. Makhaçkale, Kaspiiski, Hasavyurt, Babayurt, Buynakski ve hatta İzberbaş şehirleri Kumukların yaşadıkları alana dahildirler. Ovalık yerlerde yaşayan çeşitli Kafkas kabileleri genellikle Türk kabileleri ile sıkı ilişkiler içerisinde bulunmalarından dolayı Kumuk Türkçesini de bilirler. Bu nedenle Türkçenin bir lehçesi olan Kumukça Doğu Kafkasya'da ortak bir anlaşma vasıtası olarak kullanılmaktadır. 3. NOGAYLAR Kazak ve Karakalpak Türkçesine yakın bir dil konuşan bu topluluklar XVIII. Yüzyıldan sonra Kafkasya bölgesine yerleştirilmişlerdir. Dağıstanda Hazar Denizi'ne doğru uzanan düzlükte ve daha kuzeyde step görünümü alan bozkırlarda Türk asıllı kabilelerle (Kumuklar, Azeriler, Türkmenler) karışık olarak yaşarlar. KAFKAS ARAŞTIRMA GRUBU